Osmanlı döneminde başlamış olan askeri isyan ve darbeler, imparatorluğun yıkılmasının arkasından kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde de neredeyse her 10 yılda bir yeniden etti.

Cumhuriyet döneminde 1960'la başlamış olan darbe geleneği her seferinde değişik yöntemlerle sürdü. Kimi vakit 1960'ta olduğu şeklinde ordu içindeki grupların bir araya gelmiş olarak buyruk komuta zincirini dönem dışı bırakmasıyla meydana gelen darbeler, kimi vakit 1980'de olduğu şeklinde buyruk komuta zinciri içinde gerçekleştirildi. Gene darbeler kimi vakit hükümetlerin istifasıyla sonuçlanan muhtıralarla yapılırken, kimi zaman de 28 Şubat'ta olduğu şeklinde "postmodern" olarak adlandırıldı.

Oysa darbeler anayasaya konulmuş olan maddelerle devamlı kabahat kabul edilmişti. Meydana getirilen tüm düzenlemelere karşın darbeler engellenemediği şeklinde gelen hükümetler de vazife sürelerini hep darbe korkusuyla tamamladı. Zira darbeciler yasalardaki "Cumhuriyeti koruma" şeklinde görevlerin yer almış olduğu bazı maddeleri gerekçe göstererek Türkiye Cumhuriyetini korumaya(!) devam etti. Cumhuriyeti darbeyle koruma görevi, biçim değiştirerek 15 Temmuz'a kadar sürdü.

Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk askeri darbesi: 27 Mayıs

​Ülkenin başbakanı ve iki bakanının idam edilmesine kadar varan 27 Mayıs 1960 darbesinin üstünden 63 yıl geçti. 27 Mayıs ihtilalini icra eden darbeciler, halkı geleneklerinden ve İslami köklerinden koparıp sözde çağdaşlaştırmak istiyordu.

"27 Mayıs'ta ne oldu?" sorusuna kolay bir yanıt vermek mümkün: 1950'den ilkin silahlı bir iktidar vardı; o iktidar 1950'den sonrasında silahlı bir muhalefete dönüştü ve fırsatını bulmuş olduğu ilk anda silahına davranıp tekrardan iktidar oldu.

Bu, biçim olarak kafi bir yanıt fakat öz bundan fazlaca daha büyük…27 Mayıs'tan ilkin de sonrasında da Türkiye'nin asli iktidarı aslen aynıydı. O iktidar, muhalefetin hükümet olmasına giden yolun tahlilini on yıl süresince yapmış oldu ve yapması gerekeni buldu: Seçimle devrilmesi mümkün olmayan hükümet darbeyle devrilecek; arkasından ülkenin her yanını toplumsal açıdan Cumhuriyetin geleceği için tekrardan dizayn edecek adımlar atılacaktı.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askerî darbe özelliği taşıyan 27 Mayıs 1960 ihtilali yada darbesi, buyruk komuta zinciri haricinde, 37 düşük rütbeli subayın planları ile Tümgeneral Cemal Madanoğlu komutasında yapılmış oldu.

1950 senesinde halkın oylarıyla iktidara gelen Demokrat Parti'nin ülkeyi "gitgide bir baskı rejimine" ve "kardeş kavgasına götürdüğü" iddialarını ortaya atan TSK içinde bir grup subay, 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine el koydu.

Eleştiri mevziler, bu subayların ellerindeki asker ve silahlarla ilkin ordudaki komuta kademesinin etkisiz hale getirilmesi ile ele geçirildi. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, başbakan Adnan Menderes ve bazı hükûmet üyeleri tutuklandı.

235 general ve 3 bin 500 civarında subay (daha fazlaca albay, yarbay, binbaşı) emekliye sevk edildi. Üniversitelerde bulunan 147 öğretim görevlisi görevden alındı ve bazı üniversiteler kapatıldı. Bununla birlikte 520 başat ve yargıç görevden alındı.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun, İstiklal Savaşı kahramanlarından Ali Fuat Paşa, Kore gazisi Tahsin Yazıcı ve emekli olduktan sonrasında DP'den milletvekili seçilen eski Genelkurmay başkanı Mehmet Nuri Yamut da tutuklananlar arasındaydı.

1957 Türkiye genel seçimleri

27 Ekim 1957 seçimleri oldukça sert bir hava içinde yapılmış oldu. DP oyların yüzde 47,88'ini alarak yürürlükteki çoğunluk esasına dayalı seçim sistemi yardımıyla 424 milletvekili çıkardı. İsmet İnönü'nün başlangıcında bulunmuş olduğu CHP ise yüzde 41,09 oyla 178 milletvekilliği kazanmıştı. Cumhuriyetçi Millet Partisi ve Özgürlük Partisi dörder milletvekilliği kazanmıştır.

1957'de meydana getirilen genel seçimler CHP'nin tüm ayak oyunlarına karşın Demokrat Parti'nin kati zaferiyle sonuçlandı. Milletin ve memleketin kazanılmış olduğu bu sürecin tek mutsuzu ülkeyi kendi tapulu mülkü şeklinde gören CHP zihniyetiydi. Girmiş olduğu üç seçimin üçünde de milletten veto yiyen devrin CHP yönetimi, iktidara giden yolu sandık dışı yollarda aramaya başladı.

Türkiye 1957 seçimleriyle birlikte merkezinde yalanın, kışkırtmanın, iftiranın, provokasyonun bulunmuş olduğu yeni bir politika tarzıyla tanıştı. 27 Mayıs'a kadar dozu devamlı artırılan bu kirli siyasetin hedefi orduyu kışkırtarak askeri müdahaleye ortam hazırlamaktı. Menderes ve arkadaşları CHP'ye yakın basın gösterim organları tarafınca yalan olduğu malum haberlerle yıpratılmaya çalışıldı.

Camilerin kapısına yaralanan kilit Menderes'le beraber kırıldı.

Milletin teveccühüne mazhar olamayacağını anlayan Batı destekli CHP zihniyeti iktidara giden yolu darbecilere koltuk değnekliği yapmakta görmüş oldu.

27 Mayıs 1960 darbesine giden süreç bunun çarpıcı örnekleriyle doludur. Uzun seneler tek parti faşizminin ağır baskısı altında inim inim inleyen halkın Menderes ve arkadaşlarına gösterdiği büyük teveccüh bir türlü hazmedilemedi.

Camilerin kapısına yaralanan kilit Menderes'le beraber kırıldı. İlim ve irfan yuvaları olan imam hatip okulları onun döneminde açıldı. 18 senelik hasretin arkasından Tanrı-u Ekber nidaları minarelerden ilk kez onun zamanında duyuldu.

Adnan Menderes, İsmet İnönü şeklinde biri değildi

Hepimiz şeklinde Menderes'i de kendi koşulları içinde değerlendirmek gerekir. Menderes, normal olarak İsmet İnönü şeklinde biri değildi. Devletin İnönü şeklinde yönetilmemesi gerektiğine inanıyordu.

Menderes, günlük hayatında bir CHP milletvekili şeklinde yaşıyordu. Sadece o günün dünyasında "Ben böyle olsam da bu halk benim gibi olmamalı" inancı kimi idareciler içinde yaygındı. Menderes, büyük oğullarına olmasa bile ufak oğluna İslami bir eğitim vermeyi göze almıştı. Günlük hayatta günahkâr olarak malum bir babanın çocuğuna İslami bir eğitim verdirmesi bugün için anlaşılması zor ise de o günün dünyasında anlaşılır bir durumdu. Zira o günün kimi adları günahkârlığa düşmüşlerse de günahkârlığı bir felsefe olarak benimsememişlerdi. Hâlbuki bugün, günahkârlık hepimiz için olmasa da en azından bir kesim için bir tür "hayat anlayışı, dünya görüşü" haline gelmiş durumda.

Menderes, ölümü göze alarak ezan üstündeki yasağı kaldırdı. İmam hatip liselerini açtı ve güçlendirdi. Fakat tüm bunlardan öte halka dönerek "Siz ne isterseniz o olur" dedi. Sistem bunu kendi ölümü olarak görüyordu. Zira sistem iş başına geldiği 1908 II. Meşrutiyet darbesinden bu yana asla halkın istediğinin gerçekleşmesine izin vermemiş; bu yöndeki taleplerin hepsini geçmişe dönmek olarak değerlendirmişti. Nitekim Menderes'in bu sözünü de "Ey halkım, sen istersen Hilafeti bile getirirsin" diye anlamış, o şekilde duyurmuş ve bunu onun idamına gerekçe yapmıştı. Tek Parti sistemi, halkın iradesine uymayı kendi ölümü olarak görüyor; bu yöndeki adımları kendi canına kast olarak değerlendiriyor ve buna, o kastı yapanların canına kastla yanıt veriyordu.

CHP'ye yakın basın gösterim organlarının yalanları

O günkü gazete haberlerinde Merhum Menderes'in Kars ve Ardahan'ı Ruslara satmak istediğinden, Cumhurbaşkanı Bayar'ın banka hesabında 103 milyon lira bulunduğuna, Fatin Rüştü Sıkıntılı'nun Avrupa'da binmiş olduğu arabanın altınla kaplandığından, yüzlerce öğrencinin cesetlerinin kıyma makinesinden geçirildiğine, Hasan Polatkan'ın zimmetinde 4 milyon lira çıktığından, Menderes ve Bayar'ın 12 tayyare dolusu altın ve parayı kaçırdıklarına kadar yüzlerce haber yapılmış oldu.

Deli saçması ve kara çalma dolu bu haberler darbeciler tarafınca hazırlanıp CHP yönetimi tarafınca dillendirildi, yayıldı. Bunun yanında devrin CHP Genel Başkanı, ordu başta olmak suretiyle kamu görevlileri üstünden baskı kurarak devleti işlemez, hizmet üretemez hale getirmeye çalıştı.

Darbe bildirisini Alparslan Türkeş okudu

Ülkede gerginlik sürerken 27 Mayıs 1960 sabah saat 03.15'te piyade birlikleri ve süvari grubu, 3.30'da tanklar hareket etti. Saat 4.36'da  Albay Alparslan Türkeş tarafınca radyoda okunan ilk bildiri ile askeri darbe tüm Türkiye ve dünyaya deklare edildi.

Türkeş tarafınca Ankara Radyosundan okunan bildiriyle ''ihtilal'' duyuruldu. Bildiride şöyleki denildi:

"Sevgili vatandaşlar! Dün gece yarısından itibaren, tüm Türkiye'de, deniz-hava-kara Türk Silahlı Kuvvetleri, el ele vererek, memleketin idaresini ele almıştır. Bu hareket, Silahlı Kuvvetler'imizin ortaklaşa ortaklaşa iş yardımıyla, kansız başarılmıştır! Sevgili yurttaşlarımızın sükûn içinde bulunmalarını ve resmi sıfatı ne olursa olsun asla kimsenin sokağa çıkmamalarını rica ederiz.

Bugün demokrasimizin içine düşmüş olduğu bunalım ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini ele almıştır. Bu harekâta, Silahlı Kuvvetlerimiz partileri, içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü yansız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve özgür seçimler yaptırarak idareyi, hangi tarafa mensup olursa olsun, seçimi kazananlara devir ve teslim etmek suretiyle girişmiş bulunmaktadır."

23 Mayıs Pazartesi, harekât zamanı 25 Mayıs 1960 olarak kararlaştırılmış ve parolalar belirlenmişti: Zamanında gerçekleşirse "Dündar Seyhan'ın oğlu sınıfını geçti.", ertelendiği takdirde "Dündar Seyhan'ın oğlu bütünlemeye kaldı."

Gözaltılar

İlk olarak Tuğgeneral Yusuf Demirdağ evinden alınıp Harp Okulu'na getirildi ve nezarethaneye kapatıldı. Bundan sonrasında Refik Koraltan getirildi. 2. Ordu komutanı Orgeneral Suat Kuyaş da enterne edildi. Celâl Bayar Çankaya Köşkünde Baytar Tuğgeneral Burhanettin Uluç, Topçu Yarbay Abdullah Tardu, Kurmay Albay Sami Minik tarafınca gözaltına alındı. Celal Bayar, gözaltına alınmadan evvel silahı ile şakağına ateş ederek intihar teşebbüsünde bulunmuş fakat yanında bulunanlar buna engel olmuştu.

Adnan Menderes Eskişehir'den Konya'ya gitmek suretiyle Kütahya'ya geçtiğinde Bulgu Tabur Komutanı Agasi Şen ve Binbaşı Muhsin Batur tarafınca gözaltına alındı ve Ankara'ya getirildi. Darbenin ilk günü, Bayar, Menderes, Koraltan, Fatin Rüştü Sıkıntılı ve Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur ve öteki hükûmet üyeleri Harp Okulunda, öğrenciler tarafınca darp edilip enterne edildi. İçişleri Bakanı Namık Gedik ise tutuklu olduğu odanın penceresinden aşağıya atlayarak intihar etti fakat pencereden aşağıya atılarak öldürülmüş olduğu de ifade edildi.

27 Mayıs 1960'tan, sözde seçimlerin yapıldığı 15 Ekim 1961 yılına kadar geçen süre, askerin Millî Birlik Komitesi (MBK) eliyle cunta olarak iktidarda olduğu dönemdi. Bu zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin anayasal tüm hak ve yetkileri 38 subaydan kurulu MBK'nin eline geçti. MBK ülkeyi yayımladığı tebliğlerle askeri cunta olarak yönetim etti.

27 Mayıs sonrasında Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Başbakan Adnan Menderes, hükûmet üyeleri ve aralarında Millî Savaşım'nin mühim komutanlarından Ali Fuat Cebesoy'un da olduğu Demokrat Parti milletvekilleri, parti yöneticileri, asker ve bazı üst düzey kamu görevlileri tutuklanarak Yassıada'ya götürüldü. Burada tutuklulara ağır işkence ve fena muameleler yapılmış oldu. İşkence ve fena muameleler neticesinde Cemil Keleşoğlu ve Namık Gedik'in intihar etmiş olduğu açıklandı. Hatta DP avukatlarından Hüsamettin Cindoruk, Namık Gedik'in intiharının dahi şüpheli olduğuna dikkat çekti.

Tutukluluk süresinde; Yusuf Salman, Lütfi Kırdar, Gazi Yiğitbaşı, Yümnü Üresin, Nuri Yamut ve Kenan Yılmaz hayatlarını kaybettiler.

İdamlar gerçekleştirildi

Fatin Rüştü Sıkıntılı ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961'de sabaha karşı, Adnan Menderes ise İmralı Adası'nda 17 Eylül 1961'de saat 13.21'de idam edildi.

Sıkıntılı, Polatkan ve Menderes'in dışındakilerin cezaları infaz edilmeyip, hapis cezasına çevrildi.

Sözde yargılamalarla bir hukuk cinayetinin de yaşandığı 27 Mayıs darbe periyodu Türkiye tarihinde kara bir kir olarak yer almıştır. Nezaketleri, kibarlıkları, insani hasletleriyle gönüllerde yer etmiş, büyük devlet adamlıkları ve vakarlarıyla da tarihe geçmiş şahsiyetler olan Menderes, Sıkıntılı ve Polatkan, vefatlarının üstünden 63 yıl geçse de milletin gönüllerindeki yerlerini korumuşlardır. 

12 MART MUHTIRASI

Türkiye'de ilk darbe, 1960'ta, bir grup subayın yönetime el koymasıyla yaşandı.

12 Mart Muhtırası ise 12 Mart 1971'de TSK komuta kademesinin; Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a bir muhtıra vererek 32. Hükümeti istifaya zorladığı askerî müdahaledir.

1960 Darbesi sonrasındaki süreçte toplumsal vakalar arttı, karşıt görüşlü gruplar içinde çatışmalar yaşandı. 1970'e kadar gelinen süreçte teşkilat eylemleri, sokak ve üniversite vakaları, siyasal ve ekonomik sorunları daha da derinleştirdi.

1960 darbesinde cumhurbaşkanı olan Cemal Gürsel 1966'da hastalığı yüzünden TBMM tarafınca görevinden alındı. Yerine Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay seçildi. Sunay'dan boşalan genelkurmay başkanlığı görevini 16 Mart 1966'da Cemal Tural devraldı. Tural'ın 3 senelik genelkurmay başkanlığı görevinden sonrasında 16 Mart 1969'da yerine Memduh Tağmaç getirildi.

Süleyman Demirel'in başbakan olduğu dönemde, 16 Şubat 1969'da Türkiye siyasal evveliyatına "kanlı pazar" olarak geçen vaka meydana geldi. İstanbul'a demirleyen Amerikan 6. Filosu'nu protesto esnasında 2 şahıs öldü, yüzlerce şahıs yaralandı.

Gosteri yapılmadan önceki günlerde Komünizmle Savaşım Derneği taraftarlarını tepkiye çağırdı. O gün, başka bir grup da Beyazıt Meydanı'ndaydı. İki grup meydanda karşılaştı. Vakalar esnasında Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan adlı 2 sol görüşlü genç bıçaklanarak öldürüldü.

DP'lilerin siyasal haklarının iade edilmesi

Süleyman Demirel hükümeti tarafınca Mayıs 1969'da Anayasa değişikliğiyle "DP'lilerin siyasi haklarının iade edilmesi"ne yönelik TBMM'ye verilen teklif, devrin siyasal tartışmalarını daha da alevlendirdi. Genel Başkanlığını İsmet İnönü'nün yapmış olduğu CHP'nin de pozitif yönde bakmış olduğu bu teklife, TSK karşı çıktı. Ankara'daki genelkurmay karargâhında fazlaca değişik hazırlıklar yapılıyor ve ordu, Celal Bayar ve arkadaşlarına siyasal haklarının iade edilmemesi için darbe yapmayı düşünüyordu.

ABD Dışişleri Bakanlığının belgelerine bakılırsa, 19 Mayıs 1969 akşamı Ankara'daki Merkezî İstihbarat Teşkilatındaki bir CIA görevlisinin Washington'a gönderilmiş olduğu mesajda, TSK'nın müdahaleye 16 Mayıs günü karar verilmiş olduğu söyleniyordu. Aynı gün Cumhurbaşkanı Sunay, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarıyla uzun bir görüşme yapmıştı. Bu görüşme sonrası ordunun anayasa değişikliğini istemediği saklanamaz bir gerçek hâlini almış, gazetelere de yansımıştı.

Büyük tartışmaların yaşandığı bu süreçte, "DP'lilerin siyasi haklarının iade edilmesi"ne yönelik anayasa değişikliği teklifi, komisyonda geri çekilmek mecburiyetinde bırakıldı. Siyasal gerginlik devam ederken 1969 genel seçimine gidildi. Süleyman Demirel'in liderliğindeki Hakkaniyet Partisi, seçimlerde büyük başarı kazanarak tek başına iktidar oldu. Demirel'in ikinci kez başbakan olduğu bu seçimde, 143 milletvekili çıkaran CHP, ana muhalefette kalmaya devam etti. Bayar ve arkadaşlarının 27 Mayıs Darbesi'yle kaybettikleri siyasal hakları 1970'lerin ortalarına kadar da iade edilmedi.

Celal Bayar

16 Mayıs 1883 doğumlu Celal Bayar, Meclis-i Mebusan üyesi, cumhuriyet döneminde ekonomi vekili, Mustafa Kemal'in son başbakanı ve 1950-1960 içinde Türkiye'nin üçüncü ve asker kökenli olmayan ilk cumhurbaşkanı olarak vazife yapmış oldu.

Bayar, Eylül 1945'te milletvekilliğinden, Aralık 1945'te de CHP'den çekilme etmişti. 7 Ocak 1946'da Demokrat Parti'yi (DP) kurdu ve partinin genel başkanlığına seçildi.

DP 1946 seçimlerinde CHP'ye karşı görece bir başarı elde ederek 62 milletvekili çıkardı. Bayar da İstanbul'dan milletvekili seçildi. 1946-1950 yılları aralığında, ana karşıcılık partisi lideri olarak eski partisi CHP'ye karşı bazen sertleşen bir karşıcılık yürüttü. Celal Bayar, 22 Mayıs 1950'de cumhurbaşkanı seçildi ve DP genel başkanlığından çekildi.

1954 ve 1957 seçimleri sonunda tekrardan cumhurbaşkanı oldu ve 27 Mayıs 1960 Darbesi'ne kadar bu görevde kaldı.

Siyasal krizler ve işçi sendikaları

1970'te, emek harcama yaşamını ve temel sendikalar mevzuatını düzenleyen 274 sayılı İş Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası'nda değişim icra eden tasarı, Hakkaniyet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisinin iş birliğiyle kabul edildi. Yasa taslağı 11 Haziran 1970'te Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın onaylamasıyla yürürlüğe girdi.

Yasaya karşı 15 ve 16 Haziran'da düzenlenen gösterilerde 2 işçi, 1 polis ve 1 esnaf yaşamını yitirdi. Ankara, Adana, Bursa ve İzmir'de de ufak çaplı vakalar yaşandı.

Görevi devraldıktan sonrasında içeride ve dışarıda pek fazlaca sorunla karşılaşan Demirel Hükümeti, haşhaş ekimi sebebiyle de ABD'nin büyük baskısına maruz kaldı.

Hükümetin, teşkilat eylemleri, sokak ve üniversite vakalarıyla karşı karşıya kalmış olduğu bu süreçte, siyasal ve ekonomik problemler daha da derinleşti.

Yeni hükümetin yapmış olduğu neredeyse her icraat kitlesel eylemlerle protesto ediliyordu. Sol örgütlerin yanı sıra DİSK ve Türk-İş'in organize etmiş olduğu eylemler kamu düzenini bozuyor, yaşamı nüzul ediyordu.

Polisin müdahale etmiş olduğu eylemlerin büyümesi üstüne, Bakanlar Kurulunca İstanbul ve Kocaeli'de sıkıyönetim deklare edildi. Sokak vakalarına öncülük eden DİSK ve bağlı sendikaların yöneticilerinin pek bir çok, sıkıyönetim mahkemelerince tutuklandı ve yargılandı.

Sokak ve üniversite vakaları

Siyasal krizler ve işçi sendikaları tarafınca meydana gelen eylemlerin yanı sıra hükûmetin üstesinden gelmesi ihtiyaç duyulan bir başka durum da üniversitelerdeki talebe olaylarıydı. Üniversitelerde karşıt görüşlü gruplar içinde çıkan ve güvenlik güçlerince güçlükle bastırılan vakalarda, fazlaca sayıda talebe yaralandı.

Eski ABD'nin Ankara Büyükelçisi Robert Komer'in otomobilinin ODTÜ'yü ziyareti esnasında yakılması, Ankara'da, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarınca 4 ABD askerinin kaçırılıp sonrasında özgür bırakılması da devrin öne çıkan vakaları içinde yer aldı.

Deniz Gezmiş ve arkadaşları tarafınca kaçırılan bu dört asker ondan sonra özgür bırakılmışlarsa da önceki günlerde askerlerin ve onları kaçıranların bulunması için ODTÜ'ye girmek isteyen güvenlik güçleriyle öğrenciler içinde çıkan çatışma sonucu komando eri Mevlüt Meriç'in öldürülmesi TSK'da büyük tepkiye niçin oldu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, "Orta Doğu Teknik Üniversitesinde, Türk askerine, Türk oldukları iddiasında bulunanların ateş etmeleri TSK bünyesinde nefret uyandırmıştır." dedi. 12 Mart Muhtırası'ndan kısa süre ilkin meydana gelen bu vaka ülke gündemini oldukça meşgul etti.

Solcu siviller darbe için askerleri yüreklendiriyordu

12 Mart'a doğru giderken Türkiye'de karışık günler yaşıyordu. Sol yazar-çizer ekibi içinde "askeri müdahale eliyle sosyalist devrim" rüyaları görenler vardı.

Doğan Avcıoğlu'nun liderliğini yapmış olduğu Yön dergisi ve Devrim gazetesi çevresinde toplanan adlar – biri de Hasan Cemal'di - "Milli Demokratik Devrim" adı altında ordu içindeki bilhassa genç subayları bir darbe için teşvik ve tahrik ediyordu. Darbe kliği, önder olarak Muhsin Batur ve Faruk Gürler'i görüyordu.

9 Mart 1971 darbe teşebbüsü

TSK tarafınca buyruk komuta zinciri içinde 12 Mart Muhtırası verilmemiş olsaydı TSK içinde kurulmuş olan ve içlerinde emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun da bulunmuş olduğu askerî cunta harekete geçebilirdi. Cunta içine sızmış ve mühim görevler üstlenmiş olan Mahir Kaynak vasıtası ile darbe planları evvel haber alınmış, darbeye adı karışan ve orgeneral rütbesinden daha kıdemsiz olanlar resen emekliye sevk edilmişlerdi.

12 Mart 1971 Darbesi'ne giden süreçte Doğan Avcıoğlu'nun çıkardığı Devrim gazetesi çevresinde toplanan ve içlerinde 27 Mayıs Darbesi'ni icra eden Millî Birlik Komitesinin gerçek lideri emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun da bulunmuş olduğu "Millî Demokratik Devrimciler", o devrin siyasal partilerinin demokrasi anlayışının bir oyalamaca bulunduğunu ileri sürerek "ulusçu-devrimci yöntem" olarak anlatılan ilkeler doğrultusunda parlamento dışı muhalefeti savunuyorlardı. Devrim gazetesinin Genel Gösterim Yönetmeni Hasan Cemal, fazlaca sonraları anılarını anlattığı 'Cumhuriyet'i Oldukça Sevmiştim' adlı kitabında, o zamanki maksatlarının, "ulusalcı subayları ikna ederek onlarla birlikte bir 'Millî Demokratik Devrim' darbesi yapmak" bulunduğunu yazdı.

9 Mart 1971 tarihinde planlanan darbe, içlerinde Mahir Kaynak ve Mehmet Eymür'ün de bulunmuş olduğu Millî İstihbarat Teşkilatı mensuplarının durumu Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç ve 1. Ordu Komutanı Orgeneral Faik Türün'e haber vermesiyle akamete uğratıldı.

Darbe gerçekleşiyor

1971'e gelindiğinde darbenin ayak sesleri duyulmaya başlandı. Ordu, 27 Mayıs 1960'tan ortalama 11 yıl sonrasında sivil siyasete tekrardan müdahale etti. 12 Mart 1971'de saat 13.00'te, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur'un imzasını taşıyan muhtıra, TRT radyolarından okundu.

Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a, Başbakan Demirel'e, TBMM'ye ve Cumhuriyet Senatosu'na yazılı gönderilen 3 maddelik muhtırada, Demirel çekilme etmez ve yerine askerlerin onaylayacağı bir hükümet kurulmazsa, ordunun idareyi direkt üstüne alacağı bildirildi.

Muhtıra metni

Darbecilerin imzasını taşıyan muhtıra şöyleydi:

1. Parlamento ve Hükûmet süregelen tutum, görüş ve icraatı ile yurdumuzu düzensizlik, kardeş kavgası, toplumsal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Mustafa Kemal Atatürk'ün bizlere hedef verdiği modern uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve Anayasa'nın öngördüğü reformları gerçekleşme ettirememiş olup Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir çekince içine düşürülmüştür.

2. Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silâhlı Kuvvetlerinin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliği giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla Meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek ve Anayasa'nın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılâp kanunlarını uygulayacak güçlü ve inandırıcı bir Hükûmetin demokratik kurallar içinde teşkili zarurî görülmektedir.

3. Bu husus sür'atle gerçekleşme ettirilemediği takdirde, Türk Silâhlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek idareyi direkt doğruya üstüne almağa kararlıdır.

Bilgilerinize.

Orduda tasfiye

Başbakan Süleyman Demirel'in çekilme etmek zorunda kalmış olduğu bu süreçte Türkiye, "ara rejim" dönemine girdi. Oldukça sayıda işkence ve fena işlem iddiasının ortaya atılmış olduğu bu zamanda, temel hak ve özgürlükler de ağır yara aldı.

Muhtıra sonrasında başlamış olan operasyonlarda, birçok şahıs gözaltına alınıp hapse atıldı.

Muhtırayı veren Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, orgeneral rütbesindekiler hariç 9 Mart 1971 darbe teşebbüsüne adı karışan başta Tümgeneral Celil Gürkan olmak suretiyle tüm subayları resen emekliye sevk etti. 1. Ordu Komutanı Orgeneral Faik Türün de bu teşebbüse adı karışanları Ziverbey Köşkü'nde Millî İstihbarat Teşkilatı vasıtasıyla sorguya çekti. Bu sorgularda, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur'un da 9 Mart hareketine ilkin destek verdikleri fakat sonrasında danışma detayları Genelkurmay Başkanı Tağmaç'a ulaşınca desteklerini geri çektikleri ortaya çıktı.

Solcular darbeyi destekledi

Muhtıra metninde geçen "Atatürk'ün bize verdiği hedef" şeklinde ifadeler sebebiyle Doğu Perinçek, Mihri Belli şeklinde adların olduğu Millî Demokratik Devrimciler ve Mahir Çayan'ın tesirindeki DEV-GENÇ, TÖS, DİSK ve Hikmet Kıvılcımlı şeklinde sol görüşlü çevreler tarafınca muhtıra toplumcu görüş lehine müdahale edilmiş olduğu sebebi öne sürülerek desteklendi. TİP'in büyük çoğunluğu desteklemese de, milletvekili sıfatıyla Mehmet Ali Aybar da muhtıra sonrası kurulan I. Erim Hükûmetini destekledi.

Yeni Hükûmet

Ordu, 12 Mart 1971'de bir muhtıra verdi. Parlamento kapatılmamış, siyasal partilerin emek harcaması engellenmemiş ve hiçbir yönetici tutuklanmamış ve hükümet idaresine fiilen el konulmamış olmakla beraber bu apaçık bir darbe idi. Ordu kendi iradesini seçilmiş meclislerinin iradesine dayatmış ve silahlı kuvvetlerin yürütmesi "egemenliğin kayıtsız şartsız ait" olduğu söylenen milletvekillerinin ellerinden alınmıştı.

Askerler bir teknokrat hükûmeti istiyorlardı. Eğer bu şekilde bir yansız başbakan Meclis içinden çıkar da güvenoyu alırsa problem kalmazdı. Bunun için yansız bir milletvekili aranmaya başlandı. CHP Kocaeli milletvekili Nihat Erim adı üstünde anlaşıldı. Erim CHP'den çekilme etti. 26 Mart 1971'de hükûmeti kurdu. Böylece artık bağımsız başbakan olan Erim, "partilerüstü reform hükûmeti"ni kurdu. Erim, başbakan olduktan sonrasında CHP genel başkanı İsmet İnönü, Erim hükûmetine destek vereceğini deklare etti.

Oldukça uzun ömürlü olmayan yeni kabine, yerini 22 Mayıs 1972'de Ferit Melen hükümetine bıraktı.

Melen hükümeti de bir süre sonrasında görevi bırakınca 15 Nisan 1973-26 Ocak 1974 tarihlerinde vazife icra eden Mehmet Naim Talu Hükümeti ülkeyi seçime götürdü. Talu'dan sonrasında Başbakanlık koltuğuna 37. Hükümet'i kuran Bülent Ecevit oturdu.

12 Mart 1971 Muhtırası'nın arkasından 12 Eylül 1980'e kadar geçen 9 yılda, 11 hükümet değişikliği yaşandı.

12 Mart Muhtırası ile meydana gelen darbe, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde emir-komuta zinciri içinde yapılmış ilk askerî müdahalesi olarak kayıtlara geçmişti. Bir sonraki askeri müdahale olan 12 Eylül darbesinde de cuntacılar bu "emir-komuta zinciri içinde darbe" kuralına titizlikle riayet edeceklerdi!

12 EYLÜL DARBESİ

Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren halk birileri tarafınca düşman görülerek inanç ve değerleri, baskı ve katliamlarla dizayn edilmeye çalışıldı. Halka, Batılı yaşam tarzını zorla dayatma, bu ülkede meydana getirilen darbelerin ilkiydi. Devrim ve inkılap adı altında Müslüman halka darbe üzerine darbe vuruldu. Türkiye'deki darbeler Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze değişik adlar altında geldi.

TSK 12 Eylül 1980 günü, ülkedeki karışıklıkları ve çatışmaları gerekçe göstererek gerçekleştirdiği askeri müdahale ile yönetime el koydu.

Devrin Genelkurmay Başkanı ondan sonra yargılanması gündeme gelen ve birçok münakaşaya yol açan Kenan Evren'di. Evren, Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanlığı'nın yanı sıra cumhurbaşkanlığı görevini de üstlendi.

TBMM feshedildi

12 Eylül 1980 Cuma günü saat 03.59'da Türkiye radyoları (TRT) İstiklal Marşı'nın çalınmasıyla beraber yayına geçti. Hemen sonra anons yapılmadan Harbiye Marşı çalındı. Marşın bitiminde Genelkurmay ve Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren imzasıyla gösterilen Ulusal Güvenlik Konseyi'nin bir numaralı bildirisi okunmaya başlandı. Bu bildiriyi 5 bildiri daha izledi.

Bu müdahale ile 6. Süleyman Demirel hükümeti ve TBMM feshedildi, sendika ve derneklerin faaliyetleri durduruldu, genel sıkıyönetim deklare edildi.

1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası tamamen rafa kaldırıldı ve askeri bir dönem başladı. Bu dönem ortalama 9 yıl sürdü. 12 Eylül 1980 darbesinin arkasından partiler lağvedildi, parti liderleri ilkin askeri üslerde nezaret altında tutuldu, arkasından yargılandı.

Liderlere darbe tebliği

Darbe günü sabah saat 05.30'da Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan'a Genelkurmay Başkanı Evren tarafınca birer bildiri gönderildi.

Tüm tebliğlerde, "TSK yönetime el koymuştur. Hükümetiniz feshedilmiş, parlamento üyeliğiniz düşmüştür. Talimatı getiren subayın ikazlarına uyunuz" ifadesi kullanıldı, liderlere gidecekleri adresler de belirtiliyordu.

Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel için Hamzaköy Gelibolu adresi belirtilirken, Necmettin Erbakan'a ise Uzunada İzmir adres olarak yayınlandı. Ecevit ve Demirel eşleriyle beraber aynı uçakla Hamzakoy'a götürüldü. Ortalama bir ay süresince, 11 Ekim 1980'e kadar burada kaldılar. Erbakan ise aynı gün uçakla Uzunada'ya götürüldü.

Alparslan Türkeş evinde bulunamadığı için Ulusal Güvenlik Konseyi, 13 Eylül'de bir bildiri ile teslim olmaması halinde suçlu duruma düşeceğini belirtti. Bunun üstüne Türkeş 14 Eylül'de Ankara Merkez Komutanlığı'na teslim oldu ve Uzunada'ya gönderildi.

"Bizim çocuklar başardı"

Türkiye tarihinde kara bir kir olarak yer edinen kanlı 12 Eylül 1980 askeri darbesinin üstünden seneler geçti. Buyruk-komuta zinciri içinde meydana gelen bu darbe, 27 Mayıs 1960 Darbesi ve 12 Mart 1971 Muhtırası'nın arkasından silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi olarak tarihteki yerini aldı.

12 Eylül, bazı kesimleri sindirme ve yok etme projesi olarak devletin içindeki yasadışı organizasyonlar tarafınca gerçekleştirildi.

2011 senesinde Informasyon Edinme Yasası kapsamında meydana getirilen bir müracaat üstüne gizliliği kaldırılan 12 Eylül askeri darbesine ilişkin ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerine bakılırsa, CIA'nin Türkiye Şefi olan Paul Henze, darbeyi, ABD Başkanı Jimmy Carter'a "Bizim çocuklar başardı" sözleriyle rapor etmişti. Provakatif eylemler ve faili bilinmeyen cinayetlerle 12 Eylül darbesine zemin hazırlanmıştı.

Darbenin sözde gerekçeleri

12 Eylül darbesinin gerekçeleri içinde ülkede meydana gelen kaotik ortam, TBMM'nin birkaç turdan sonrasında dahi cumhurbaşkanını seçememesi ve 6 Eylül günü Konya'da Necmettin Erbakan önderliğinde meydana getirilen ve darbe liderlerinin şeriat amaçlı bir kalkışma girişimi olarak nitelediği Kudüs Mitingi siyasal nedenler olarak belirtilebilir.

NATO cenup kanadının en mühim üyelerinden olan Türkiye'nin siyasal ve ekonomik iktidarsızlığı bilhassa ABD tarafınca gözleniyordu. 1979 senesinde meydana gelen İran İslam Devrimi, arkasından aynı yıl içinde Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgal etmesi üstüne Türkiye'nin ABD politikaları için istikrarlı hale gelmesinin ehemmiyet kazanması da darbede rol oynadı.

12 Eylül öncesi devrin son Başbakanı Süleyman Demirel'in "70 sente muhtacız" sözü ile özetlenen ekonomik gidişatın fena olması da darbenin sözde gerekçeleri arasındaydı.

12 Eylül askeri darbesinin esas hedefi solcular olmasına karşın, İslami gruplar da payını aldı. Sadece İslami gruplar o zamanlar solcular kadar etkin olmadıklarından esas darbe solculara yapılmış oldu. Yoksa 12 Eylülcüler İslami grupları da hoş görmüyorlardı. Esasen yukarıda da belirttiğimiz şeklinde darbenin sebeplerinden birisi MSP'nin Konya'da yapmış olduğu "Kudüs Mitingi" idi.

Darbenin bilançosu

TBMM kapatıldı, Anayasa ortadan kaldırıldı, siyasal partilerin kapısına kilit vuruldu ve mallarına el konuldu. 650 bin şahıs gözaltına alındı.1 Milyon 683 bin şahıs fişlendi.

- Oluşturulan 210 bin davada 230 bin şahıs yargılandı.

- 71 bin şahıs TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.

- 98 bin 404 şahıs "örgüt üyesi olmak" suçundan yargılandı.

- 7 bin şahıs için idam cezası istendi.517 kişiye idam cezası verildi.

- Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı).

- İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi.

- 300 şahıs kuşkulu bir halde öldü.

- 171 kişinin "işkenceden öldüğü" belgelendi.

- Cezaevlerinde toplam 299 şahıs yaşamını yitirdi.

- 14 şahıs açlık grevinde öldü.16 şahıs "kaçarken" vuruldu.

- 95 şahıs "çatışmada" öldü.

- 73 kişiye "doğal ölüm raporu" verildi.

- 43 kişinin "intihar ettiği" bildirildi.

- 388 bin kişiye geçişlik verilmedi.

- 30 bin şahıs "sakıncalı" olduğundan işten atıldı. 14 bin şahıs vatandaşlıktan çıkarıldı.

- 30 bin şahıs "siyasi mülteci" olarak yurtdışına gitti.

- 937 film "sakıncalı" bulunmuş olduğu için yasaklandı.

- 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.

- 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.

- 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.

- Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.

- 31 gazeteci cezaevine girdi.

- 300 gazeteci saldırıya uğradı.

- 3 gazeteci silahla öldürüldü.

- Gazeteler 300 gün gösterim yapamadı.

- 13 büyük gazete için 303 dava açıldı.

- 39 ton gazete ve mecmua imha edildi.

Darbede ABD parmağı

MİT eski müsteşarlarından Mahir Kaynak, 12 Eylül 2011 tarihindeki Vatan Gazetesi'nde piyasaya çıkan röportajında, 12 Eylül darbesinde ABD'nin parmağı bulunduğunu söylemişti. Kaynak, mevzu ile ilgili şu ifadeleri kullanmıştı:

"Biz de geçmişte bir sürü çelişkiyi yaşadık. Dedik ki, 'Demirel Amerika tarafından getirilmiştir. Morrison Süleyman'dır!' Biliyorsunuz, Morrison Knudsen mühendislik firmasında çalıştığı için, Demirel'i eleştiren çevreler 60'lı yıllarda kendisinden bu sıfatla bahsediyordu... Ama sonra ne oldu? 1970'li yıllarda CIA'in Türkiye şefi Paul Henze, 12 Eylül darbesini Başkan Jimmy Carter'a 'Bizim çocuklar başardı!' diye haber verdi. Kastettiği çocuklar darbeyi yapan generallerdi. Yani Amerikalılar Demirel'i devirdiler! Amerika, Amerika'yı mı devirdi diyeceğiz şimdi? Aslında bunlar çok tutarlı politikalardır. Ne oldu? Demirel'in yerine Özal geldi. Çünkü 12 Eylül darbesinin asıl amacı Özal gibi birini getirmekti. Özal, Türkiye'yi dünyaya açtı. Dünyayla ekonomik olarak bütünleştik, değil mi? Yani küresel sermaye Türkiye'ye ilk adımını o zaman attı."

12 Eylül ve Kürd halkı

12 Eylül, bazı kesimleri sindirme ve yok etme projesi olarak devletin içinde yasadışı organizasyonlar tarafınca gerçekleştirildi.  Provakatif eylemler ve faili bilinmeyen cinayetlerle 12 Eylül darbesine zemin hazırlandı. Netice itibariyle siyasal kurumlar buna çanak tuttu. Politika kurumunda politika icra eden erkler, olabilecekleri ya tahmin etmediler ya da kendi siyasal menfaatleri gereği müdahale etmediler. Netice olarak 12 Eylül'ü bu topluma yaşattılar ve 12 Eylül Kürd halkı için korkulu bir cendere olarak tarihe geçti.

12 Eylül darbesi Türk-Kürd ayrımında fazlaca büyük bir rol oynadı ve 1983 senesinde yaşanacak PKK problemlerine ivme kazandırdı. Yaşanmış olan tüm vakalar ilerde yaşanılacak olayların da habercisi oldu.

1980 darbesi sonrasında Kenan Evren'in "bir sağdan astık bir soldan; denge olsun diye" sözü bu darbeden asla pişman olmadığının ve yaptıklarının en açık kanıtıdır. Darbeden ilkin halkta terörün bittiğine dair rahatlama olmuştu. Sadece darbe senaristliğini hazırlayanlar yavaş yavaş bu senaryoyu uygulamaya koymaya başlamış ve yeni bir devrin içine girilmişti. 1978'de kurdurulduğu malum PKK, 1982 senesinde aniden gündeme gelmiş, halka baskı ve zülüm hayata geçirmeye başlamıştı. 

Darbenin Müslümanlar açısından sonucu

Darbenin Müslümanlar açısından en mühim sonucu İran'da meydana gelen İslam Devrimi'nin Türkiye'ye girişinin engellenmesidir. Türkiye o sıralar ABD'den bağımsız bir dış siyaset izlemekteydi. ABD Birleşik Devletleri yönetiminin darbeden haberdar olduğu ve darbe gecesi Başkan Jimmy Carter'a "bizim çocuklar işi bitirdi" anlamında bir mesajın, bir toplantının ortasında iletildiğinin anlaşılması, darbedeki Amerikan rolünü gözler önüne sermektedir. Müdahalenin arkasından Türkiye ile ABD arasındaki Müdafa ve Iktisat İşbirliği Anlaşması 18 Kasım 1980 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafınca onaylandı. Amerikan üsleri ve tesisleri tekrardan açıldı. 12 Eylülcülerin uygulamaları Kürtleri mevcut sisteme yabancılaştırdı. Zira Kamu Kurumlarında Kürtçe'nin yasaklanması şeklinde birçok yasak Kürtleri küstürdü.

Bu da PKK'nin iyice kuvvetlenmesine sebep oldu. Kürt köylerine askerlerce meydana getirilen baskınları ve Diyarbakır Cezaevi işkenceleri Kürt gençlerini sanki bilerek dağa göndermek için yapılıyordu. PKK'nin güçlenmesi muhafazakâr İslami duyguları kuvvetli olan Kürtlerin İslami açıdan radikalleşmemeleri demekti. Bu yüzden tüm sol çevreleri ezen 12 Eylülcüler PKK'nin Lübnan'daki Bekaa vadisine kaçmasına izin vermişti. Bu gün İslam dinini kendisine en büyük engel olarak tanımlayan PKK'nin 12 Eylül ürünü bir yapı bulunduğunu korumak için çaba sarfetmek abartı sayılmaz.

Türkiye hâlâ cunta anayasasıyla yönetiliyor

12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonrasında yürürlüğe giren, "Ulusal Güvenlik Konseyi üyelerinin yargılanamayacağına dair Anayasa'nın geçici 15. maddesi, 12 Eylül 2010'daki referandumun arkasından kaldırıldı.

Darbenin sorumluları ile bu kişilerin buyruk ve talimatlarını uygulayanlar hakkında kabahat duyurularının arkasından, darbe periyodunun genelkurmay başkanı olan 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya hakkında dava açıldı.

Evren ve Şahinkaya, "21 Aralık 1979'da dönemin başbakanına verdikleri muhtırayla Anayasayı ve TBMM'yi ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçundan, 12 Eylül 1980'de de cebren Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nı tağyir, tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül eden TBMM'yi ıskat ve cebren men suçundan eylemlerine uyan 765 sayılı TCK'nın 146/1. maddesi gereğince" ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Takdiri indirimle bu cezalar, "müebbet hapis cezası"na çevrildi.

Yargıtay 16. Ceza Dairesinin temyiz incelemesi sürerken Evren, 10 Mayıs 2015'te tedavi görmüş olduğu Gülhane Askeri Tıp Akademisinde 98 yaşlarında, devrin Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Şahinkaya da 9 Temmuz 2015'te 90 yaşlarında öldü. Yargıtay, temyiz incelemesinde sanıkların ölümü sebebiyle davanın düşürülmesi kararını verdi.

Darbenin üstünden 30 yıl geçtikten sonrasında darbecilerden hesap sormaya çalışılmışsa da Türkiye'nin hâlâ o cunta anayasasıyla yönetiliyor olması büyük bir çelişki olarak durmaya devam ediyor. 

Kaynak: (İLKHA)