Osmanlı döneminde başlamış olan askeri isyan ve darbeler, imparatorluğun yıkılmasının arkasından kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde de neredeyse her 10 yılda bir yeniden etti.
Cumhuriyet döneminde 1960'la başlamış olan darbe geleneği her seferinde değişik yöntemlerle sürdü. Kimi süre 1960'ta olduğu şeklinde ordu içindeki grupların bir araya gelmiş olarak komut komuta zincirini dönem dışı bırakmasıyla meydana gelen darbeler, kimi süre 1980'de olduğu şeklinde komut komuta zinciri içinde gerçekleştirildi. Gene darbeler kimi süre hükümetlerin istifasıyla sonuçlanan muhtıralarla yapılırken, kimi zaman de 28 Şubat'ta olduğu şeklinde "postmodern" olarak adlandırıldı.
Oysa darbeler anayasaya konulmuş olan maddelerle devamlı kabahat kabul edilmişti. Meydana getirilen tüm düzenlemelere karşın darbeler engellenemediği şeklinde gelen hükümetler de vazife sürelerini hep darbe korkusuyla tamamladı. Bu sebeple darbeciler yasalardaki "Cumhuriyeti koruma" şeklinde görevlerin yer almış olduğu bazı maddeleri gerekçe göstererek Türkiye Cumhuriyetini korumaya(!) devam etti. Cumhuriyeti darbeyle koruma görevi, biçim değiştirerek 15 Temmuz'a kadar sürdü.
Türkiye'de darbeler (1): 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri
HEDEFİNDE İSLAM OLAN DARBE: 28 ŞUBAT
Askeri vesayetin öncülüğünde yargı, siyaset, medya ve ana para bileşenlerinin kirli ittifakıyla İslam'ı ve onun yaşamdaki pratiklerini hedef alan 28 Şubat süreci, Türkiye tarihinde kara bir kir olarak duruyor.
Halkın alışageldiği darbelerden değişik olan 28 Şubat, İslam düşmanı tüm kesimlerin seferber edilmiş olduğu, icrasında sivillerin etkin rol oynadığı bir darbeydi. Bu süreçte devrin cumhurbaşkanının, muhalefetin, sendikaların, üniversite yönetimlerinin, çeşitli sivil cemiyet müesseselerinin iş birliğiyle İslami kesime yönelik adeta bir cadı avı başlatıldı. Haber etiğini ayakları altına alan kartel medyası da ajitasyon ve manipülasyonlarla darbenin mühim bir ayağını oluşturdu.
Bu karanlık dönemde milyonlarca şahıs fişlendi. Başörtülü kız öğrenciler okullarından uzaklaştırıldı. Binlerce işgören, dindar oldukları için işlerinden atıldı. Tüm kamusal alanda dindarlara yönelik baskı ve zulüm uygulandı. Cunta tarafınca oluşturulan Batı Emek verme Grubu (BÇG), tüm kurum ve kuruluşları denetleyerek dindar insanları buralardan uzaklaştırdı.
Darbe sürecinin en yırtıcı tarafı ise bilhassa Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşandı. Bir tek dindar oldukları için ya da camide Kur'an dersi verdikleri için binlerce şahıs gözaltına alındı, akıl almaz işkencelerden geçirildi. Darbe sürecinin verdiği cesaretle dindarlara karşı öylesine pervasız davranıldı ki küçüklere, hanımefendilere ve yaşlılara dahi işkenceler edildi. İslam'ın mukaddesatlarına saldırıldı, tesettüre el atıldı, baskın adı altında camilere ayakkabılarla girildi. Devrin mahkemeleri tarafınca bilhassa de FETÖ'cü yargıçların eliyle yüzlerce şahıs delillere bakılmaksızın yalnız iddialar üstünden yargılanıp müebbet hapse mahkûm edildi.
Darbe süreci iyi mi başladı?
Dindarlara yönelik baskılar Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren süregelse de 28 Şubat darbesine giden süreç kendisini 1990'lı yılların başından itibaren gösterdi. O dönemde Türkiye'de yaşanmış olan ekonomik istikrarsızlık, koalisyonlar, rüşvet ve yolsuzluk iddiaları, halkı yeni bir arayış içine soktu. Ekonomideki problemler 1994 senesinde krize dönüştü. Bu gelişmeler üstüne "5 Nisan Kararları" olarak malum ağır ekonomik tedbirler hayata geçirildi.
Süreç içinde istikrarlı olarak büyüyen Refah Partisi, Batı dünyasında endişeye niçin olurken Türkiye'de de bilhassa İslam karşıtı çevreleri rahatsız ediyordu.
Refah Partisi Genel Başkanı merhum Necmettin Erbakan'ın çeşitli platformlarda dile getirmiş olduğu "İslam Birliği" şeklinde söylemler, sömürgeci Batı'yı bilhassa da siyonist işgal rejimi ve uşaklarını korkutuyordu. Erbakan'ın Türkiye'yi aşıp tüm İslam âlemini kapsayan vizyonu, emperyalist güçlerin Türkiye içindeki uzantılarını harekete geçirmişti. Tüm karalamalara karşın Refah Partisi 1994 yılındaki mahalli seçimlerde büyük başarı gösterdi, İstanbul ve Ankara şeklinde büyük şehirlerin belediyelerini kazanmıştır. Refah Partisi'nin almış olduğu oylar cunta tarafınca Türkiye'nin muhafazakârlaşması, dindarlaşması olarak algılandı ve bu gelişmeler "irtica" adıyla öcüleştirilerek ideolojik bir zemine oturtulmaya çalışıldı.
Refah Partisi'nin zaferi
27 Mart 1994'te Refah Partisi, mahalli seçimlerde yüzde 19,14 oy olarak 15 büyükşehir belediyesinin 5'ini kazanmıştır. Bunlar içinde İstanbul ve Ankara da vardı. Millî Görüş geleneğinin ilk kez bu oranda oy alması tüm dikkatlerin bu parti üstüne yoğunlaşmasına niçin oldu.
13 Nisan 1994'te merhum Erbakan'ın mahalli seçimlerden sonrasında partisine yönelik tepkileri eleştirirken söylediği "Refah Partisi adil düzen getirecek, geçiş dönemi yumuşak mı olacak sert mi olacak, tatlı mı olacak kanlı mı olacak, altmış milyon buna karar verecek." şeklindeki sözleri uzun süre tartışılan konulardan oldu. Erbakan'ın bu sözleri kartel medyası tarafınca değişik alanlara çekilerek ısıtılıp ısıtılıp servis edildi.
27 Aralık 1995'te Genel Seçimler Refah Partisinin zaferiyle sonuçlandı. Oyların yüzde 21,37'sini alarak sandıktan birinci çıkan Refah Partisi 1969'dan bu yana politika sahnesinde olan Millî Görüş geleneğinin ilk kez hükümeti kurma hakkı kazanmasına vesile oldu. Hükümeti kurma görevini alan Necmettin Erbakan, koalisyon için görüştüğü partilerden destek bulamadı ve görevi iade etti. İttifak turları esnasında askerlerin parti liderlerine Refah Partisi ile hükümet kurmamaları yönünde baskı uyguladıkları açıklandı. Bunun üstüne Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümeti oluşturmak için seçimlerden ikinci sırada çıkan DYP'nin lideri Tansu Çiller'i görevlendirdi. Çiller'in de başarısız olması sonucu vazife Mesut Yılmaz'a verildi. Hükümet krizi devam ederken Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, değişik siyasileri arayarak Refah Partisinin ihtimaller içinde koalisyonların haricinde tutulmasını istedi.
Erbakan'ın Batı yerine Doğu'yu tercih etmesi
6 Mart 1996'da baskılar sonucu kurulan ANAP-DYP koalisyonu itimat oyu aldı. Mesut Yılmaz başbakan oldu. Sadece bu hükümet 3 ay iktidarda kalabildi.
28 Haziran 1996'da Cumhurbaşkanı Demirel, hükümeti kurma görevini bir kez daha Necmettin Erbakan'a verdi. DYP ile meydana getirilen pazarlıklar sonucu, Refah-Yol hükümeti kuruldu. 8 Temmuz'da güvenoyu alan hükümette liderlerin ikişer yıllığına başbakanlık yapacakları kararlaştırıldı. Erbakan'ın başbakan oluşunu İngiliz The İntependent gazetesi "Osmanlının geri dönüşü" manşetiyle okuyucularına servis etti.
10 Ağustos 1996'da Başbakan Erbakan ilk yurt dışı gezisini İran'a yapmış oldu. Arkasından Pakistan, Singapur, Malezya ve Endonezya'yı ziyaret etti. Ziyaret esnasında İran'la doğalgaz, petrol ve enerji iş birliği mevzularında anlaşmalar yapılmış oldu. D8'in temellerini atan bu ziyaretler dünyada büyük yankı uyandırdı. Erbakan'ın Batı yerine Doğu'yu tercih etmesi hükümetin gelecekteki dış siyaseti ile ilgili mühim ipuçları veriyordu. Erbakan'ın bilhassa İran ziyareti, ABD ve siyonistlerde büyük hastalık meydana getirmişti.
Emperyalizme karşı projeler
2 Ekim 1996'da rahmetli Erbakan, Afrika ülkelerini kapsayan ziyaretlerine başladı. Sırasıyla Mısır, Libya ve Nijerya'yı ziyaret eden Erbakan'ın Libya ziyareti, 28 Şubat medyası tarafınca sık sık gündeme getirildi.
24 Ekim 1996'da Başbakan Necmettin Erbakan'ın davetlisi olarak Çırağan Sarayı'nda bir araya gelen 8 İslam ülkesinin devlet başkanları ekonomik iş birliği mevzusunda mutabakata vardı. Günümüzde de görevine devam eden D-8 kurulmuş oldu. İçten ve dıştan gelen tüm tepkilere karşın Erbakan, İslam Ortak Pazarı, İslam NATO Gücü, İslam Dinarı şeklinde Müslümanları bir arada tutacak, emperyalizme karşı kuvvetli kılacak projelerden söz etmeye devam etti. Bu projelerin ilk adımı olarak G-7'ye karşı D-8'i hayata geçirmişti.
Susurluk skandalı
3 Kasım 1996'da Türkiye'de derin devlet yapılanmasını ortaya çıkaran Susurluk'taki trafik kazası meydana geldi. Kazada, vasıta içinde DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Nahiye, "Mehmet Özbay" düzmece kimliğini taşıyan, devletin senelerdir kırmızı bültenle aramış olduğu Abdullah Çatlı ve polis okulu müdürü Hüseyin Kocadağ vardı. Kazaya karışan otomobilde oldukça sayıda tabanca ve düzmece geçişlik ile kimlikler çıktı. Skandal, hükümetin ortağı DYP'yi zor durumda bırakırken Refah Partisi'nin de vakadan negatif etkilenmesine niçin oldu.
28 Aralık 1996'da Aczmendilerin lideri Müslüm Gündüz üstünden "irtica" haberleriyle gündem uzun süre meşgul edildi. Gündüz'ün evine kameralar eşliğinde meydana getirilen baskın görüntüleri günlerce haber bültenlerinde gösterildi.
CHP'nin iftar yemeği hazımsızlığı
7 Ocak 1997'de 28 Şubat cuntasının baskısıyla Doğru Yol Partisi'nden bazı milletvekilleri partilerinden çekilme etti. İstifa eden vekillerin gerekçeleri Refah Partisi'yle devam etmek istememeleriydi. İstifa eden vekiller ondan sonra Demokrat Parti'ye katıldı.
11 Ocak 1997'de Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakanlık Resmi Konutu'nda çeşitli din adamlarını ve kanaat önderlerini iftarda ağırladı. Davetlilerin dini giysileriyle programa katılmaları medyada genişçe yer buldu, askerle hükümet içinde gerilimin artmasına niçin oldu.
16 Ocak 1997'de CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin ve bir grup milletvekili, Başbakanlık Konutu'nda verilen iftar yemeği için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına kabahat duyurusunda bulunmuş oldu.
17 Ocak 1997'de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'dan Genelkurmay Başkanlığında brifing aldı.
26 Ocak 1997'de Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve kuvvet komutanları, Gölcük Donanma Komutanlığında, 3 gün devam eden muhteşem şurada toplandı.
Danıştay'dan Ramazan ayı sonucu
28 Ocak 1997'de Danıştay, Bakanlar Kurulunun, memurların emek verme saatlerinin Ramazan ayına bakılırsa düzenlenmesini öngören kararnamesini durdurdu. Danıştay, kararnameyi laikliğe aykırı bulmuş olduğu için durdurduğunu deklare etti.
31 Ocak 1997'de Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç, Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Müsteşarı Sönmez Köksal, Cumhurbaşkanı Demirel'i ziyaret etti. Ziyarette, "Taksim Meydanı'na cami yapılması, başörtüsü meselesi, Ramazan mesaisi" şeklinde mevzular hakkında konuşuldu.
Tanklar sokağa çıkarıldı
31 Ocak 1997'de Refah Partili Sincan Belediyesi tarafınca Filistin'le dayanışma gecesi düzenlendi. Dünya Kudüs Günü'ne denk gelen bu geceye İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri de çağrı edildi. Programda, Filistin intifadasını canlandıran bir tiyatro sergilendi ve çeşitli konuşmalar yapılmış oldu. Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız da burada bir konuşma yapmış oldu. Bekir Yıldız yapmış olduğu konuşma sebebiyle 6 Şubat'ta gözaltına alındı. Ondan sonra yargılandığı Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafınca 4 yıl 7 ay hapis cezasına çarptırıldı. Sincan'daki etkinliği günlerce manşetlere taşıyan cunta medyası, hükümeti zor durumda bırakmak için yoğun çaba sarf etti.
4 Şubat 1997'de Başbakan Necmettin Erbakan, Sincan'daki etkinlik sebebiyle gerilen ortamı yumuşatmak amacıyla "Biri hataen bir resim asarak bu ülkeyi yıkamaz." dedi. Aynı gün 20 tank ve 15 zırhlı vasıta Sincan şehir merkezinden geçiş yapmış oldu. Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir, tankların Sincan'dan geçişi ile ilgili olarak ondan sonra yapmış olduğu açıklamada "Demokrasiye balans ayarı yaptık." ifadesini kullandı. Cumhurbaşkanı Demirel, Sincan'daki vakalar sebebiyle Başbakan Erbakan'a bir "uyarı mektubu" gönderdi.
Şeriata karşı hanım yürüyüşü
15 Şubat 1997'de Cunta'nın yönlendirmesi ile Ankara'da "Şeriata karşı kadın yürüyüşü" adında olan bir organizasyon düzenlendi. Yürüyüşe TBMM Başkanvekili Uluç Gürkan ve CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da katıldı.
24 Şubat 1997'de Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı siyonist işgal rejimini ziyaret etti. Karadayı, devrin siyonist işgal rejimi sözde Başbakanı Benjamin Netanyahu ve Genelkurmay Başkanı Amnon Şahak ile görüştü. Karadayı, Netanyahu'ya "Türkiye ile israil arasındaki ilişkiler her zaman iyi olmuştur. Bundan sonra daha iyi olacaktır." dedi.
MGK kararlarından derhal ilkin siyonist işgal rejimine meydana getirilen bu ziyaret, darbenin arkasında siyonistlerin olduğu iddialarını güçlendirdi. Nitekim ABD'deki Yahudi lobilerinden Yahudi Ulusal Güvenlik Enstitüsü (JINSA) 28 Şubat bildirisinden bir yıl sonrasında yapmış olduğu açıklamada Erbakan hükümetini kendilerinin devirdiğini itiraf etmişti.
28 Şubat kararları
24 Şubat 1997'de Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Itimat Erkaya, "İrtica PKK'dan daha büyük bir tehlikedir." dedi.
28 Şubat 1997'de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlığında Ulusal Güvenlik Kurulu (MGK) toplandı. 9 saat devam eden toplantının arkasından 28 Şubat kararları açıklandı. "Rejim aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı alınması gereken tedbirler" başlıklı bildiri, toplam 18 maddeden oluşuyordu.
Buna bakılırsa; temel eğitim 8 yıla çıkarılacak, imam-hatip okulları meslek okuluna dönüştürülecek, irticai faaliyetlere katıldıkları için TSK'daki görevlerine son verilen askerler belediyelerde istihdam edilmeyecekti. Tüm Kur'an kursları Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullara bağlanacak, tarikatların faaliyetleri yasaklanacak ve bunlarla ilişki içinde olan finans kuruluşları ve vakıflar kapatılacaktı.
28 Şubat kararlarının detaylı düzenlemelerden ziyade çerçeve durumunda olması, kararları uygulayacak mercilere geniş bir inisiyatif vermiş, ilgili tüm alanlara askerin müdahalesi için açık kapı bırakmıştı.
Erbakan, MGK kararlarını imzalamadı
4 Mart 1997'de Başbakan Necmettin Erbakan, MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç'tan kararların yumuşatılmasını istedi, aksi halde bildiriyi imzalamayacağını söylemiş oldu.
13 Mart'ta Başbakan Necmettin Erbakan, medya tarafınca MGK kararlarını "imzaladı" şeklinde sunuldu. Sadece 2013'te başlatılan "28 Şubat Post Modern Askeri Darbesi Davası" soruşturmasında Erbakan'ın kararları imzalamadığı, MGK tutanakları incelenerek teyit edildi.
Kararların açıklamasından sonrasında işçi ve işveren sendikaları konfederasyonları, 28 Şubat kararlarına destek verdiklerini deklare etti.
5 Mart 1997'de MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç, Başbakan ile görüşmesinden sonrasında, 28 Şubat kararları için imzaların atıldığını söylemiş oldu. Erbakan, MGK kararlarının uygulanmaması için harekete geçti. Kararların TBMM'de tartışılmasını istedi. Buna karşı TBMM Başkanı Mustafa Kalemli, "MGK kararlarının muhatabı hükümettir. Kesinlikle bunları Meclis'te tartıştırmam." diyerek safını belirledi.
7 Mart 1997'de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, MGK kararlarının arkasında bulunduğunu göstererek söz mevzusu kararların uygulanmaması durumunda uygulamayanların görevli olacağını söylemiş oldu.
Binlerce Kur'an kursu, dernek ve vakıf kapatıldı
12 Mart 1997'de 28 Şubat kararları doğrultusunda ilk olarak Ankara'da 3 Kur'an kursu kapatıldı. Ondan sonra baskılar tüm ülkeye yayılarak binlerce Kur'an kursu ve dini eğitime ağırlık veren dernek ve vakıf kapatıldı.
22 Mart 1997'de Millî Eğitim Bakanlığı, imam hatip liselerini de kapsayan tüm ortaokulların aşamalı olarak kaldırılması yöntemi üstünde durulduğunu deklare etti.
25 Mart 1997'de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Karadayı, MGK kararlarına atıfla "Burada alınan kararlar, herkesin riayet etmesi gereken kararlardır." diyerek MGK'nın, hükümetin ve Meclisin üstünde olduğuna işaret etti.
"İlk hedef irticadır"
31 Mart 1997'de 28 Şubat'tan sonraki ilk MGK toplantısı yapılmış oldu. Toplantıdan sonrasında açıklamada bulunan Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir, laiklik karşıtı akımlarla savaşım etmenin TSK'nın birinci önceliği bulunduğunu ifade ederek "İlk hedef irticadır." dedi.
4 Nisan 1997'de darbe sürecinde hükümet karşıtı tavırlarıyla dikkat çeken TÜSİAD darbecilere açık destek verdi. TÜSİAD Başkanı Muharrem Kayhan, yapmış olduğu açıklamada "MGK sivillerin boşluğunu doldurdu." dedi.
Fetullah Gülen'den darbecilere destek
16 Nisan 1997'de FETÖ lideri Fetullah Gülen, katılmış olduğu bir tv programında 28 Şubat darbesini destekledi. Gülen MGK kararları için "İslami usullere göre değerlendirildiğinde bu bir içtihattır. Hata yapsalar bile sevap alırlar." dedi.
18 Nisan'da Özgürlük gazetesinin manşetinde Gülen'in Refah-Yol hükümetine çağırısı yer aldı. Gülen, "Emaneti iade edin, çekilin!" diyordu. Gülen ondan sonra çıkmış olduğu bir tv programında ise cuntacıları överek "Asker daha demokrat." ifadelerini kullanmıştı.
Tesettüre uygun giyinenler baskı altına alındı
17 Nisan 1997'de 28 Şubat sürecinin verdiği cesaretle haddini aşan Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek'in, Başbakan Necmettin Erbakan'a sövgü etmiş olduğu hitabı medyaya yansıdı.
14 Mayıs 1997'de 28 Şubat kararları doğrultusunda Kılık Giyim Kanunu'na aykırı hareket edenlere karşı operasyonlar başladı. Tesettüre uygun giyinenler baskı altına alındı. Cübbe giyip sarık takanlar kamu kurumlarına alınmadı. Aileleri tesettürlü olan askerler büyük baskıya ve tecride maruz kaldı.
Refah Partisi'nin kapatılması talebi
21 Mayıs 1997'de Yargıtay Başsavcısı Vural Cenk, iktidardaki Refah Partisi'nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Türkiye'nin iç muharebeye sürüklendiğini öne devam eden Cenk, Refah Partisi'nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı bulunduğunu savunarak kapatılmasını talep etti.
27 Mayıs 1997'de Muhteşem toplanan Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) kararıyla 161 subay ve astsubay terfi beklerken sebep gösterilmeden ordudan atıldı. Bu askerler ya namaz kıldıkları için ya da eşleri başörtülü oldukları için fişlenerek ordudan atıldı. Bu fişlemeler Batı Emek verme Grubu adında olan yasadışı bir yapı tarafınca yapılıyordu.
7 Haziran 1997'de Genelkurmay Başkanlığı, sözüm ona irticai faaliyetleri desteklediğini iddia etmiş olduğu bazı firmalara engelleme koydu.
10 Haziran 1997'de Genelkurmay Başkanlığına çağırılan Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyelerine brifing verildi.
11 Haziran 1997'de Genelkurmay Başkanlığında basın mensuplarına brifing verildi. Kendi programlarının her alanda uygulamaya girmesi için kamuoyunda baskı oluşturmak isteyen 28 Şubat cuntası ondan sonra rektörler, STK temsilcileri şeklinde kesimlere de brifingler verdi. Brifinglerde Refah-Yol hükümeti hedef yayınlandı.
Necmettin Erbakan başbakanlıktan çekilme etti
18 Haziran 1997'de Necmettin Erbakan başbakanlıktan çekilme etti. Erbakan, istifasının sebebinin başbakanlığı Tansu Çiller'e devretmek bulunduğunu söylemiş oldu.
19 Haziran 1997'de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümet kurma görevini teamülleri göz ardı ederek TBMM'de çoğunluğu olan Doğru Yol Partisi lideri Tansu Çiller yerine ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a verdi.
30 Haziran 1997'de 28 Şubat cuntasının direktifleri doğrultusunda Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk'la beraber ANASOL-D Hükümeti'ni kurdu. Yeni hükümeti sıkı markajda tutan asker, 28 Şubat kararlarının uygulanması için İçişleri Bakanlığı ve Genelkurmay içinde "Emniyet, Asayiş, Yardımlaşma" (EMASYA) protokolünü imzalattı. Bu protokolle askerin sivil bürokrasiyi denetim etmesinin önü açıldı.
8 senelik mecburi eğitim
17 Ağustos 1997'de ANASOL-D Hükümeti 8 senelik mecburi eğitim yasasını TBMM'den geçirdi. Bu yasanın amacı, imam hatiplerin orta kısmının kapatılması ve Kur'an kurslarına katılım yaşlarının ortaokulu bitirme yaşı olan 14'e çekmekti. Bu yasanın çıkarılış sürecinde gelen tepkilere aldırış etmeyen Başbakan Yılmaz, "Siyasi hayatıma mal olsa da bu yasayı çıkaracağım." dedi
İkna odaları
7 Ekim 1997'de İstanbul Üniversitesi başörtülü öğrencilerin kayıtlarını yapmadı. İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Nur Serter'in öncülük etmiş olduğu ikna odalarında başörtülü öğrenciler başlarını açmaları için baskı görmüş oldu.
17 Aralık 1997'de İsmail Alptekin başkanlığında Erdem Partisi kuruldu. Erdem Partisi, Refah Partisi'nin Anayasa Mahkemesi tarafınca kapatılma ihtimali üstüne kuruldu.
Refah Partisi kapatıldı
16 Ocak 1998'de Refah Partisi, Anayasa Mahkemesi tarafınca kapatıldı.
Mevzu ile ilgili açıklamada bulunan devrin Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer, partinin "laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı olduğu" nedeni öne sürülerek kapatıldığını söylemiş oldu.
Refah Partisi'nin kapatılmasının arkasından bağımsız kalan milletvekilleri Erdem Partisi'ne katıldı.
Recep Tayyip Erdoğan'a hapis cezası
21 Nisan 1998'de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 12 Aralık 1997'de Siirt mitinginde okumuş olduğu şiir sebebiyle 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Erdoğan'ın almış olduğu hapis cezasından sonrasında Özgürlük gazetesi "Muhtar bile olamayacak" manşetini attı.
Erdoğan belediye başkanlığını bırakarak 26 Mart 1999'da cezaevine girdi. 24 Temmuz 1999'da tahliye oldu.
3 bin 500 başörtülü öğretmen görevden alındı
9 Haziran 1998'de İstanbul Üniversitesi Sıhhat Hizmetleri Meslek Yüksek Okulunda sınava girmek isteyen tesettürlü öğrenciler polis diretmesiyle okuldan çıkarıldı. Aynı üniversitenin Fen Fakültesinde 11 tesettürlü öğrencinin mezuniyetlerine yedi gün kala üniversite ile ilişikleri kesildi. Takip eden günlerde değişik üniversitelerde ve liselerde başörtülü öğrenciler sınavlara alınmadı.
24 Haziran 1998'de Millî Eğitim Bakanlığı, 3 bin 500 öğretmeni başörtülü oldukları için görevden aldı.
2 Ağustos 1998'de cami yapımını kısıtlayan yasa yürürlüğe girdi.
Başörtüsü yasağına karşı Türkiye genelinde eylemler
9 Temmuz 1998'de Ulusal Askeri Stratejik Konsepti (MASK) değişti. "Yeşil sermaye" olarak adlandırdıkları İslami kesime ilişik şirketlere karşı kampanyalar başlatıldı.
9 Ağustos 1998'de 28 Şubat'ın figürlerinden İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu, üniversitelerde kılık-kıyafet yasağını özgür bırakan 2547 sayılı Kanun'un ek 17'nci maddesini üniversitenin mevzuat kitabından çıkarttırdı.
11 Ekim 1998'de Başörtüsü yasağına karşı Türkiye genelinde eylemler yapılmış oldu. Eylemlere müdahale eden polis 600 kişiyi gözaltına aldı.
26 Kasım 1998'de İlahiyat fakültelerinde de başörtüsü yasaklandı.
Merve Kavakçı Meclis'ten çıkarıldı
11 Şubat 1999'da irticai faaliyetleri seyretmek için güvenlik müdürlerinden 20'şer kişilik seyretme birimleri kuruldu.
6 Nisan 1999'da Erdem Partisi lideri Recai Kutan imam hatiplerde okuyan 500 bin öğrenciden 150 bin talebe kaldığını söylemiş oldu.
18 Nisan 1999'da Türkiye'de erken genel ve mahalli seçimler yapılmış oldu. Hiçbir parti tek başına iktidar olacağı çoğunluğu yakalayamadı.
3 Mayıs 1999'da Merve Kavakçı'nın Mecliste başörtülü olarak yemin etmesi engellendi. Bülent Ecevit Mecliste yapmış olduğu konuşmada Merve Kavakçı'yı kastederek "Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz!" dedi.
Kur'an-ı Kerim'in öğrenilmesi yasaklandı
31 Mayıs 1999'da Malatya'da görülen başörtüsü davasında sanıklar hakkında idam cezası talep edildi.
23 Temmuz 1999'da Kur'an-ı Kerim'in 12 yaşından ilkin öğrenilmesinin yasaklanması ile ilgili kanun tasarısı DSP, ANAP ve MHP oylarıyla kabul edildi.
25 Ağustos 1999'da İstanbul Valiliği, zelzele mağdurlarına yardım eden Mazlum-Der ve İHH şeklinde sivil kuruluşların hesaplarına el koydu.
4 Eylül 1999'da Genel Kurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu "28 Şubat bir süreçtir. İrtica tehdidi bin yıl sürerse 28 Şubat da bin yıl sürecek." dedi.
28 Şubat davası
İlerleyen yıllarda Anayasa'daki değişimlerle beraber 28 Şubat darbecilerinin yargılanmalarının önü açıldı. Ülke genelinde 28 Şubat'ın sorumluları hakkında birçok kabahat duyurusunda bulunulmuş oldu.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturmayla birleştirilen kabahat duyurularının arkasından ilk operasyon, 12 Nisan 2012'de düzenlendi.
Operasyonlar sonucu devrin Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir, Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı emekli Orgeneral Fevzi Türkeri, Ulusal Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri emekli Orgeneral İlhan Kılıç, Genelkurmay Harekât Başkanı emekli Orgeneral Çetin Doğan, Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Ahmet Çörekçi, Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Hikmet Köksal, Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Teoman Koman ile eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz'ün de içinde bulunmuş olduğu birçok şahıs 28 Şubat'ın faili olarak gözaltına alındı.
Davanın 1309 sayfalık iddianamesinde kabahat zamanı olarak 54. Hükümetin kurulduğu 8 Temmuz 1996 ve sonrası yayınlandı. İddianamede Tansu Çiller "mağdur", Meral Akşener "tanık", Şevket Kazan, Onur Malkoç, Merve Kavakçı, Mehmet Bekaroğlu'nun da aralarında bulunmuş olduğu 481 şahıs ise "müşteki/mağdur" olarak yer aldı.
Batı Emek verme Grubu
İddianamede, Refah Partisinin hükümet ortağı olması sonrası ordu içindeki cuntacıların parti ve halk üstünde ruhsal harekât yürüttüğü, bu süreçte etkinlik gösteren Batı Emek verme Grubu'nun da (BÇG) alınan kararlara tesir ettiğine yer verildi.
13 Nisan 2018'de Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde, ortalama 6 yıl devam eden 28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanığın yargılandığı davada karar açıklandı.
Devrin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve devrin Genelkurmay İkinci Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir, Genelkurmay Harekât Başkanı emekli Orgeneral Çetin Doğan, Ahmet Çörekçi, Aydan Erol, Cevat Temel Özkaynak, Çetin Dizdar, Çetin Saner, Erdoğan Öznal, Erol Özkasnak, Fevzi Türkeri, Hakkı Kılıç, Hayri Bülent Alpkaya, Hikmet Köksal, İdris Koralp, Kenan Deniz, Muhittin Erdal Şenel, Vural Avar ve Yıldırım Türkeri ile YÖK eski Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz'ün de aralarında bulunmuş olduğu 21 sanık müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
65 sanığın "Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten men etmek" suçundan beraatına, 10 sanık ile alakalı kamu davasının ise zamanaşımı sebebiyle düşürülmesine karar verildi. Karar açıklanmadan ilkin ölen sanıklar ile alakalı kamu davası ise düşürüldü.
Hangi adlar cezaevinde?
9 Temmuz 2021 tarihinde Yargıtay sanıklar Ahmet Çörekçi, Aydan Erol, Cevat Temel Özkaynak, Çetin Doğan, Çetin Saner, Çevik Bir, Erol Özkasnak, Fevzi Türkeri, Hakkı Kılınç, İdris Koralp, İlhan Kılıç, Kenan Deniz, Vural Avar ve Yıldırım Türker ile alakalı müebbet hapis cezasını onadı.
Erdoğan Öznal, Halil Kemal Gürüz, Bülent Alpkaya ve Muhittin Erdal Şenel'in müebbet hapis cezaları bozuldu. Bu adların suça yardımdan yargılanmalarına karar verildi.
Kararın arkasından Çetin Doğan, Bodrum'da ilgili makamlara teslim olurken Çevik Bir Milas'ta, Hakkı Kılınç Manavgat'ta, Cevat Temel Özkaynak, Erol Özkasnak, Fevzi Türkeri ve Yıldırım Türker de Ankara'da polis ekiplerince gözaltına alındı.
Sanıklar sıhhat kontrollerinin arkasından çeşitli cezaevlerine sevk edildi. Yakalanan sanıklar İzmir 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'na nakledildi.
Genelkurmay Başkanlığı Personel Başkanlığı, 9 Eylül 2021'de davada yargı giyen 13 emekli generalin rütbelerinin sökülmesine ilişkin yönetimsel işlemin, sanıklar ile alakalı mahkûmiyet sonucuna istinaden yapıldığını bildirdi.
Çetin Saner, Aydan Erol, Çevik Bir, İlhan Kılıç, Kenan Deniz, Hakkı Kılınç, Ahmet Çörekçi ve İdris Koralp ondan sonra sıhhat sorunları sebebiyle tahliye edildi. Uzun süredir demansla savaşım eden emekli Korgeneral Vural Avar ise 20 Aralık’ta cezaevinde öldü.
28 Şubat postmodern darbesi ve yaşattıkları
İslam inancını ve bu inancı yaşamayı direkt hedefine koyan 28 Şubat zihniyeti ve Batı Emek verme Grubu, toplumu inanç üstünden kutuplaştırmış, bununla beraber Müslüman siyasetçilerin iktidarda olması sebebiyle de onları iktidara taşıyan toplumu cezalandırmıştır.
Toplumun yüzde 99'unun Müslüman olduğu bir ülkede, asgari dini vecibeler irticai etkinlik kapsamında değerlendirilmiş; namaz kılan, eşi örtülü olan yüz binlerce insan aşırı dinci olarak fişlenmiş, kamu kurum ve kuruluşlarındaki görevlerine son verilmiştir.
Genç neslin yetişmesinde mühim katkıları olan İmam Hatip Okulları ile beraber mesleki eğitim kurumları engellemelerle, katsayı zulmü ile işlevsiz hale getirilmiş ve kapılarına kilit vurulmuştur. Bilhassa tıp, hukuk, ekonomi, işletme, eğitim, mühendislik şeklinde bölümlerde okuyan hanımefendi öğrencilerin, başı örtülü olduğu nedeni öne sürülerek üniversiteye alınmaması, direnen öğrencilerin derdest edilmeleri ve kara propaganda ile adeta hain olarak suçlanmaları toplumun hafızasında silinmeyecek yaralar açmıştır.
Brifingli ve talimatlı yargı
28 Şubat’ın en ağır bedellerinden biri de brifingli ve talimatlı yargının gadrine uğrayan bir nesil olmuştur.
Adil yargılanma hakkı, masumiyet karinesi ve evrensel ceza hukuku kurallarının ihlal edilmiş olduğu, uzun gözaltılar, ağır işkenceler, müdafisiz yargılanma şeklinde uygulamalarla pek oldukça Müslüman şahsiyetin on seneler süresince cezaevlerine terk edilmiş olduğu bir süreç yaşanmıştır. Doğrusu aslına bakarsak bu süreç, sol-seküler anlayışların önünün açıldığı, dindar kesimlerin ise yok edilmesi girişimidir.
Bu anlamda küresel emperyalist sistem ile uyumlu sol-seküler laik bir anlayışa haiz olan yapılanmalar birer vesayet kurumuna dönüştürülmüştür.
Yeni sivil bir anayasa yapılması zorunluluktur
Topluma büyük mağduriyetler yaşatan bu sürecin bitirilebilmesi için darbe ürünü olan ve kendinden sonrasında da darbelere meşruiyet zemini yapmaya elverişli 1982 Anayasası yerine, tamamen yeni sivil bir anayasa yapılması bir zorunluluk ve politika kurumunun ertelenemez bir görevidir.
28 Şubat döneminde BÇG ve FETÖ tarafınca oluşturulan devlet hafızası temizlenmeli, o ağır şartlarda meydana getirilen tehdit/düşman tanımlaması ne olursa olsun değiştirilmelidir. Bu manipülatif kirli hafızaya dayanılarak meydana getirilen güvenlik soruşturmaları kaldırılmalı ve şimdiye kadar oluşan mağduriyetler ivedilikle giderilmelidir.
27 NİSAN e-MUHTIRASI
2002'de meydana getirilen ve AK Parti'nin iktidara gelmesiyle başlamış olan yeni devrin asker tarafınca hazmedilmediği hep söylene geldi. Sonradan ortaya çıkan belge ve bilgilerle de darbeci zihniyetin bu zamanda asla boş durmadığı ve hep bir darbe arayışında olduğu görüldü.
Genelkurmay Başkanlığının 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri öncesi bir gece yarısı yayımladığı 27 Nisan e-muhtırasının üstünden tam 16 yıl geçti.
Cumhurbaşkanlığı Seçimlerine müdahale etmek isteyen askerin gözdağı olarak da vasıflandırılan e-muhtırası, devrin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt tarafınca kaleme alındı.
27 Nisan 2007'de AK Parti üstünden tüm Müslüman halkı hedef alan bildiri ile Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle düzenlenen etkinlikler "irticai" etkinlik olarak lanse edildi.
Uzun süre Genelkurmay Başkanlığının resmi web sitesinde yer edinen bildiri, 29 Ağustos 2011 tarihinde kaldırıldı.
Evet, bundan tam 16 yıl ilkin ordu, eşi başörtülü olan bir insanoğlunun cumhurbaşkanı olamayacağını iddia ederek e-muhtıra yayımlamıştı.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in vazife süresi bittiğinde sol/Kemalist kesim, yeni cumhurbaşkanının AK Parti'den seçilmemesi için tabir yerindeyse "seferberlik" duyuru etmişti.
Kemalist bayanlar sokaklara dökülmüş "cumhuriyet mitingleri" düzenliyordu.
CHP, AK Parti'ye ortak cumhurbaşkanı talibi bulalım ricasındaydı fakat Erdoğan, yeni cumhurbaşkanı adayını belirlemişti.
"Abdullah Gül olmaz"
O yıllarda CHP'lilerin "başörtülü eşi"nden dolayı Abdullah Gül'den asla hazzetmedikleri, onu cumhurbaşkanı yapmamak için iyi mi direndikleri kayıtlarda fazlası ile var.
Sokaklara dökülen CHPli bayanlar "nasıl bir cumhurbaşkanı" istediklerini sloganlarda özetliyorlardı.
Cumhurbaşkanı olmanın en mühim şartı laik olmaktı… Cumhuriyet mitingleri düzenleyen CHP tabanı "Laik değilsen layık değilsin" diyordu.
Sonrasında, "Çankaya'da imam istemiyoruz", "Çankaya yolları şeriata kapalı" diye çarpıcı söz atıyorlardı.
Devrin cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ise Yargıtay başkanlık seçimini erkene alıyor ve Yargıtay'a yeni başkan atıyordu. Sezer, yeni cumhurbaşkanı Yargıtay başkanını seçmesin diye resmen hukukla oynuyordu.
Cumhuriyet Gazetesi siyah zemine ve Arapça harfleri çağrıştıran bir stilde "tehlikenin farkındayız" manşetleri ile çıkıyordu.
"Erdoğan olmasın"
Hemen hemen Abdullah Gül adı kayıtlara geçmeden CHP Genel Başkanı Deniz Baykal tüm gücü ile "Erdoğan olmasın" çizgisindeydi
Baykal bir açıklamasında "Erdoğan cumhurbaşkanı olmamalı. Silahlı Kuvvetler'in buna kayıtsız kalmayacağını düşünüyorum" cümlelerini bile kullanabiliyordu.
Hızını alamayan Baykal "TSK ile uyumsuz birinin başkomutanlık yetkisini de kuşanan cumhurbaşkanlığına oturması engellenmelidir" diyordu.
Sözde değil özde
Devrin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, 12 Mart 2007 senesinde yapmış olduğu basın açıklamasında "Hem vatandaş hem TSK'nın bir personeli olarak cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil özde sahip olan bir kişinin cumhurbaşkanı seçilecek olmasını umut ediyoruz." sözleri ile meseleye müdahil oldu.
O günden sonrasında sözde değil özde tartışması yaşanmaya başladı. Elbet Z kuşağı bilmez fakat o günlerde tüm siyasetçiler laik amentüye zorlanırdı. CHP ve güdümlü medyası "haydi laik olduğunu bana ispat et" dayatmasında bulunurdu.
Erdoğan "Adayımız Abdullah Gül kardeşimizdir." dedikten sonrasında bu kez aynı taife Gül'e saldırmaya başladı.
"367" garabeti
Z kuşağı hatırlamayabilir o dönemde cumhurbaşkanını halk değil meclis seçiyordu.
Muhtıra kısaca askerin siyasete müdahalesi, cumhurbaşkanı seçiminin ilk turunda geldi. Doğrusu 27 Nisan'da.
Meydana getirilen ilk tur oylamada Abdullah Gül 357 oy aldı fakat anayasanın 102. maddesine bakılırsa cumhurbaşkanı seçilebilmek için ilk iki turda nitelikli çoğunluk (367 oy), sonraki iki turda ise salt çoğunluk (276 oy) aranıyordu.
"Sözde değil özde laik" açıklaması tartışılırken ikinci bir münakaşa dalgası da eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'ndan geldi.
Sonraları "367" garabeti olarak adlandırılan bu fikre bakılırsa "Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılabilmesi için Meclis Genel Kurulu'nda 367 vekilin hazır bulunması gerekiyordu.
Daha önceki seçimlerde uygulanmamış bu teze, CHP sahiplendi. MHP Meclis'e geleceğini sadece ret oyu kullanacağını deklare etti. Tüm bu gelişmelerden sonrasında kilit konuma gelen Anavatan ve Doğru Yol Partisi ise ondan sonra çokça tartışılan bir kararla, son anda Meclis'e girmeme sonucu aldı.
İşte o gece muhtıra yayımlandı. Askerin web sitesinden yayımladığı bildiri, tarihe "27 Nisan e-muhtırası" olarak geçti.
Kutlu doğumları hedef alan bir bildiri
Aslen muhtıra yalnız hükümete değildi; kutlu doğum etkinliklerineydi.
Zira bildirinin ilk kısmı cumhurbaşkanlığı seçiminden dolayı ana gündem olsa da ikinci bölümde Kutlu doğum etkinlikleri hedef alınıyordu.
Bildiride;
Kutlu doğum etkinliklerinin 23 Nisan'a alternatif kutlamalar olduğu,
İstismar olduğu,
Devlete meydan okunduğu,
Birlik ve bütünlüğe aykırı olduğu,
23 Nisan'da Kur'an okuma yarışmasının düzenlenemeyeceği,
Başörtünün çağdışı olduğu,
Kutlu doğum etkinliklerinin yapılmaması gerektiği iddia ediliyordu.
Bildiriyi hazırlayanlar yalnız cumhurbaşkanlığı seçimine değil, toplumsal yaşam şekline de halkın inancına da karışma hakkını kendinde buluyordu.
Aslen bildiri dikkatli bir halde okunduğunda, bir cemiyet mühendisliği çabası net bir halde görülüyordu.
e-muhtıraya Hükümet'ten cevap
Gece yarısı web üstünden gösterilen muhtıraya, sivil kanattan yanıt geldi. Kutlu Doğum Haftası sebebiyle meydana getirilen etkinliklerin "irtica" olarak nitelendirildiği bildiriye Ak Parti iktidarı, 28 Nisan'da cevap verdi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bazı bakanlarla beraber Başbakanlık konutunda değindiği cevap, 28 Nisan günü devrin Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek tarafınca okundu.
Çiçek, "Başbakan'a bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığının herhangi bir konuda hükümete karşı bir ifade kullanması demokratik bir hukuk devletinde düşünülemez." diyerek e-muhtırayı tanımadıklarını duyuru etti.
Sonraki yıllarda muhtıra ile ilgili düşüncelerini kamuoyuyla paylaşan Çiçek, 27 Nisan'ın tarihe bir ağırlık basma olarak geçtiğini söylemiş oldu.
Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçildi
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda piyasaya çıkan bu bildiriye Erdoğan sert tepki gösterirken, meydana getirilen öteki oylamalarda da 367 sayısına ulaşılamadı.
Düzgüsel şartlarda Gül, cumhurbaşkanı seçilmişti. Anayasaya bakılırsa 276 oy, seçilmek için kafi idi ve önceki cumhurbaşkanları bu şekilde seçilmişti.
Ne var ki Çankaya'da eşi başörtülü birini istemeyen CHP, seçim neticelerini Anayasa mahkemesine taşıdı.
O dönem sistemin arka bahçesi şeklinde çalışan AYM, bir skandala imza attı ve "toplantı yeter sayısı" şeklinde oldukça komik bir gerekçe ile seçimi iptal etti. Bu süreçte baskı gördüğünü ileri devam eden Anayasa Başkanı Tülay Tuğcu, emekliye ayrıldı.
Bunun üstüne AK Parti cumhurbaşkanının seçilememesi üstüne erken seçim sonucu aldı ve 27 Haziran 2007'de meydana getirilen seçim yüzde 47 ile kazanıldı MHP'nin meclisteki oylamaya iştirak etmesi ile toplantı yeter sayısı garabeti çözülmüş oldu.
İşte e-muhtıra bildirisinin tam metni
Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak suretiyle, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıkları müşahede edilmektedir. Uygun ortamlarda ilgili makamların, devamlı dikkatine gösterilmekte olan bu faaliyetler; temel değerlerin sorgulanarak tekrardan tanımlanması isteklerinden, devletimizin bağımsızlığı ile ulusumuzun birlik ve beraberliğinin simgesi olan ulusal bayramlarımıza alternatif kutlamalar düzenleme etmeye kadar değişen geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.
Bu faaliyetlere girişenler, halkımızın mukaddes dini duygularını istismar etmekten çekinmemekte, devlete açık bir meydan okumaya dönüşen bu çabaları din kisvesi arkasına saklayarak, aslolan amaçlarını gizlemeye çalışmaktadırlar. Bilhassa hanımefendilerin ve ufak evlatların bu tür faaliyetlerde ön plana çıkarılması, ülkemizin birlik ve bütünlüğüne karşı yürütülen yıkıcı ve bölücü eylemlerle şaşırtıcı bir benzerlik taşımaktadır.
Bu bağlamda;
Ankara'da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları ile aynı günde kuran okuma yarışması tertiplenmiş, sadece duyarlı medya ve kamuoyu baskıları sonucu bu etkinlik iptal edilmiştir.
22 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa'da; Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinden gelen bazı grupların da iştirakı ile o saatte yataklarında olması ihtiyaç duyulan ve yaşları ile uygun olmayan çağ dışı giysiler giydirilmiş ufak kız evlatlarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş, bu sırada Mustafa Kemal Atatürk resimleri ve Türk bayraklarının indirilmesine girişim edilerek geceyi tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetleri açıkça ortaya konulmuştur.
Ek olarak, Ankara'nın Altındağ ilçesinde "Kutlu Doğum Şöleni" için ilçede bulunan tüm okul müdürlerine katılım emri verildiği, Denizli'de İl Müftülüğü ile bir siyasal partinin ortaklaşa düzenlemiş olduğu etkinlikte ilköğretim okulu öğrencilerinin başları kapalı olarak ilahiler söylediği, Denizli'nin Tavas ilçesine bağlı Nikfer beldesinde dört cami olmasına karşın, Mustafa Kemal Atatürk İlköğretim Okulunda hanımefendilere yönelik vaaz ve dini söyleşi yapıldığı yolunda haberler de kaygıyla izlenmiştir.
Okullarda kutlanacak etkinlikler, Ulusal Eğitim Bakanlığı'nın ilgili yönergelerinde belirtilmiştir. Sadece, bu tür kutlamaların yönerge dışı talimatlarla yerine getirilmiş olduğu tespit edilmiş ve Genelkurmay Başkanlığınca yetkili kurumlar bilgilendirilmesine karşın herhangi bir önleyici önlem alınmadığı gözlenmiştir.
Anılan faaliyetlerin mühim bir kısmının bu tür vakalara müdahale etmesi ve engel olması ihtiyaç duyulan mülki makamların müsaadesi ile ve bilgisi dahilinde yapılmış olması meseleyi daha da vahim hale getirmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Cumhuriyet karşıtı olan ve devletimizin temel niteliklerini aşındırmaktan başka amaç taşımayan bu irticai anlayış, son günlerdeki bazı gelişmeler ve söylemlerden de cesaret almakta ve faaliyetlerinin kapsamını genişletmektedir.
Bölgemizdeki gelişmeler, din ile oynamanın ve inancın siyasal bir söyleme ve amaca alet edilmesinin yol açabileceği felaketlerin öğrenek alınması ihtiyaç duyulan örnekleri ile doludur. Mukaddes bir inancın üstüne yüklenmeye çalışılan siyasal bir söylem yada ideolojinin inancı ortadan kaldırarak, başka bir şeye dönüştüğü, devletimizde ve ülke haricinde görülebilmektedir. Malatya'da ortaya çıkan olayın bunun çarpıcı bir örneği olduğu ifade edilebilir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin modern bir demokrasi olarak, rahatlık ve istikrar içinde yaşamasının tek şartının, devletin Anayasamızda belirlenmiş olan temel niteliklerine haiz çıkmaktan geçmiş olduğu şüphesizdir.
Bu tür davranış ve uygulamaların, Sn. Genelkurmay Başkanı'nın 12 Nisan 2007 tarihinde yapmış olduğu basın toplantısında ifade etmiş olduğu "Cumhuriyet rejimine sözde değil özde bağlı olmak ve bunu davranışlarına yansıtmak" ilkesi ile tamamen çeliştiği ve Anayasanın temel nitelikleri ile hükümlerini ihlal etmiş olduğu açık bir gerçektir.
Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan problem, laikliğin tartışılması mevzusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafınca kaygı ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kati savunucusudur. Ek olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve negatif yöndeki yorumların kati olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir halde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir.
Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün, "Ne mutlu Türküm diyene!" anlayışına karşı çıkan hepimiz Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanıdır ve o şekilde kalacaktır.
Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme mevzusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
E-muhtıra'ya takipsizlik
Kamuoyunda e-muhtıra olarak malum 27 Nisan 2007 tarihindeki bildiriye ilişkin ileriki yıllarda başlatılan soruşturma, dosyanın tek şüphelisi olan devrin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın ölmesi üstüne kapatıldı.
Soruşturma sürerken, Büyükanıt, 21 Kasım 2019 tarihinde öldü. Dosyanın tek şüphelisi olan Büyükanıt'ın ölmesi sebebiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 25 Aralık 2019 tarihinde, "Soruşturma ve kovuşturma olanağı kalmadığı" nedeni öne sürülerek takipsizlik sonucu vererek dosyayı kapattı.
Büyükanıt emirle alınan ifadesinde, 27 Nisan 2007 tarihindeki basın açıklamasının kendisi tarafınca kaleme alındığını, TSK bünyesinde mahiyetindeki hiçbir personelin katkısı, hiçbir kuvvet komutanının, hiçbir personelin yayınlandığı ana kadar haberi olmadığını belirtmişti.
27 Nisan e- muhtıra kronolojisi
28 Aralık 2006: Eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu AK Parti'nin iskemle sayısının cumhurbaşkanını seçmeye kafi olamayacağını belirtti ve "TBMM'deki oylamaya 367 milletvekili katılmazsa seçim iptal olur" dedi.
2 Nisan 2007: Atatürkçü Fikir Derneği (ADD), Bayrak Mitingi düzenledi. Emekli Orgeneral Hurşit Tolon, "Unutmasınlar, tehlikenin farkındayız" dedi.
3 Nisan 2007: İnönü Üniversitesi'nde ADD'nin Ankara Mitingi'ne katılımlar sağlansın diye sınavlar ertelendi.
3 Nisan 2007: Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Yargıtay başkanlık seçimini erkene alarak Hasan Gerçeker'i yeni başkan olarak atadı. Amacı Yargıtay başkanını yeni cumhurbaşkanına seçtirmemekti
11 Nisan 2007: Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Deniz Baykal, Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığına aday olamayacağını açıklamasını istedi.
12 Nisan 2007: Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, "Cumhurbaşkanı Cumhuriyet'e sözde değil, özde bağlı olmalıdır. Cumhurbaşkanı TSK'nın başkanıdır" dedi.
13 Nisan 2007: Darbe planlarını ve andıçları yayımlayan Nokta Dergisi'ne baskın yapılmış oldu. Mecmua, baskılar yüzünden birkaç gün sonrasında kapanmış oldu.
14 Nisan 2007: ADD, Ankara Tandoğan Meydanı'nda Cumhuriyet Mitingi düzenledi. Baykal'ın da katılmış olduğu mitingde, "Çankaya laiktir, laik kalacak" çarpıcı sözleri atıldı.
14 Nisan 2007: Sezer, Harp Akademileri'ndeki konuşmasında, "Rejim hiçbir dönem bu kadar tehdit altında olmadı. Dış güçler ılımlı İslam devleti kurmak istiyor" iddiasında bulunmuş oldu.
16 Nisan 2007: ADD Başkanı Şener Eruygur, "Muhatabı algılarsa yeni mitinglere gerek kalmaz" açıklamasını yapmış oldu.
17 Nisan 2007: Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Mehmet Ağar ve Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu, seçimlere kadar ortak hareket edeceklerini deklare etti.
18 Nisan 2007: Erdoğan Cumhuriyet Mitingi'ne katılanları "bindirilmiş kıta" olarak tanımladı.
20 Nisan 2007: Büyükanıt, "Türk toplumu mesajımı aldı. Algılamayanın algılama sorunu vardır" dedi.
21 Nisan 2007: TBMM Başkanı Bülent Arınç, cumhurbaşkanı adayının kimin olacağıyla ilgili sonucu Erdoğan'ın vereceğini yineledi.
23 Nisan 2007: Mehmet Ağar, Süleyman Demirel ile Güniz Sokak'taki evinde buluştu.
23 Nisan 2007: Erdoğan, cumhurbaşkanı adaylarının Abdullah Gül bulunduğunu deklare etti.
27 Nisan 2007: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 367 tartışmasına karşı çıkarak, "Baykal vekillerinin iradesini ipotek altına aldı" açıklamasını yapmış oldu.
27 Nisan 2007: TBMM'de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk gününde CHP'li Kemal Anadol, "367 yeter sayısı" için yoklama istedi, Arınç yeter sayıyı görmüş olduğu için yoklama yapmadı.
27 Nisan 2007: Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Haşim Kılıç, 367 yorumları için "Umarım karşımıza gelmez ve Meclis çözer" dedi.
27 Nisan 2007: DYP ve ANAP Meclis'i boykot ederken, Ağar, "Genel Kurul'a girmiyoruz" dedi.
27 Nisan 2007: Abdullah Gül, 361 milletvekilinin katılmış olduğu ilk turda 357 oy aldı.
27 Nisan 2007: CHP seçimleri Anayasa Mahkemesi'ne taşıdı.
27 Nisan 2007: TSK saat 23.17'de e-muhtıra olarak anılacak bildirisini web sitesinden yayımladı. Muhtırada halk iradesi tehdit edildi, laiklik vurgusunda bulunulmuş oldu
27 Nisan 2007: Erdoğan, Büyükanıt'ı gece yarısı aradı.
28 Nisan 2007: AK Parti kurmayları buluşarak bir yanıt metni hazırladı ve "Bildiri, hükümete karşı tutum olarak algılanmıştır. Genelkurmay, Başbakanlık'a bağlıdır. Güven ve istikrar zedeleyenler, olumsuz sonuçların sorumluluğunu yükleneceklerdir" denildi.
28 Nisan 2007: Baykal, e muhtıradan hükümeti görevli tuttu.
28 Nisan 2007: Kenan Evren, "Asker görevini yerine getirdi" açıklamasını yapmış oldu.
28 Nisan 2007: Emekli Orgeneral Hurşit Tolon, "Nush ile uslanmayana tekdir verilmiştir" dedi.
29 Nisan 2007: Baykal Anayasa Mahkemesi'ne, "367'ye gerek yok derseniz çatışma çıkar" uyarısında bulunmuş oldu.
29 Nisan 2007: ADD, İstanbul Çağlayan'da Cumhuriyet Mitingi yapmış oldu. ADD'nin mitingleri, gerilimi büyüten mitingler olmaya devam etti.
1 Mayıs 2007: Anayasa Mahkemesi CHP'nin başvurusunu kabul edip, "367 şart" sonucu aldı. Bu süreçte baskı gördüğünü ileri devam eden Anayasa Başkanı Tülay Tuğcu, emekliye ayrıldı.
1 Mayıs 2007: Sezer, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı görevine 146 oy alan Ersan Ülker yerine 95 oy alan Abdurrahman Yalçınkaya'yı atadı.
4 Mayıs 2007: AK Parti'nin erken seçim önerisi TBMM'de kabul edildi ve 22 Temmuz'a seçim sonucu alındı.
4 Mayıs 2007: Cumhurbaşkanı Sezer (vazife süresi dolduğu halde) Köşk'ten ayrılmayacağını deklare etti.
4 Mayıs 2007: Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Meclis'te bulunan DYP'li Ümmet Kandoğan partisinden ihraç edildi.
6 Mayıs 2007: Anayasa değişikliği (cumhurbaşkanını halkın seçmesi) ve erken seçim kararından rahatsız olan CHP, Anayasa değişikliğini içeren 7 maddeyi engellemek için 10 bin imza topladı.
7 Mayıs 2007: Yenilenen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 367 sayısına ulaşılamayınca, Gül adaylıktan çekilme etti.
11 Mayıs 2007: Cumhurbaşkanının halk tarafınca seçilmesini öneren anayasa değişikliği Meclis'ten geçti.
12 Mayıs 2007: Baykal, Sezer'den cumhurbaşkanını halkın seçmesini öneren değişikliği veto etmesini istedi.
13 Mayıs 2007: BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu Baykal'a, "Meclis'e seçtirmiyor, halka güvenmiyorsun, nesin sen" çıkışını yapmış oldu.
18 Mayıs 2007: CHP ve DSP seçimlere "Solda Birlik" isminde beraber katılacaklarını deklare etti.
22 Temmuz 2007: AK Parti seçimlerde yüzde 46,7 oy aldı. CHP yüzde 20,8'de kalırken MHP yüzde 14,3 oy aldı. 26 bağımsız vekil Meclis'e girdi.
26 Temmuz 2007: Ağar DYP Genel Başkanlığı'ndan çekilme etti ve "O gün salona girmeliydik (Gül'ü desteklemeliydik)" dedi.
27 Temmuz 2007: MHP lideri Devlet Bahçeli, cumhurbaşkanlığı oylamasına katılacaklarını açıklayınca Abdullah Gül kendisine teşekkür etti.
3 Ağustos 2007: Baykal, "Uzlaşma olmazsa çatışma çıkar" dedi.
17 Ağustos 2007: Sezer, yeni hükümeti yeni cumhurbaşkanının seçeceğini söylemiş oldu.
20 Ağustos 2007: TBMM 11. Cumhurbaşkanı'nı seçmek için toplandı. Abdullah Gül 341 oy aldı fakat seçilemedi.
29 Ağustos 2007: TBMM'deki 3. tur oylamanın arkasından Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçildi.
29 Ağustos 2007: Baykal, "Köşk seçimi meşrudur, sonuca saygı duyacağız" dedi.