İslam tarihinde büyük sanatçıların ortaya çıktığını ve muhteşem sanat eserleri yarattıklarını vurgulayan Tuncer, ancak günümüzde bu sanatı ortaya koyacak çok az sanatçının olduğunu söyledi.
Tuncer, İslam'ın sanatta verdiği önemi değerlendirerek, geçmişi reddetme ve Batı taklitçiliğinin tehlikesine dikkat çekti.
"İslam, her alanda söyleyecek sözü olan bir dindir"
Tuncer, "İslam, hayatın her alanında söyleyecek sözü olan bir dindir. Biz de böyle bir dinin mensuplarıyız. Bizim sadece ibadetlerimiz değil, aynı zamanda dünya işlerimizin de, bir bardak su içmenin usul ve erkânından, bir devleti yönetmenin en ince ayrıntılarına, evlilik ilişkilerinden adalet sisteminin nasıl düzenlenebileceğine kadar, her konuda Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye aracılığıyla söyleyecek sözleri olan bir din. Böyle bir dine sanatla ilgili bir şey söylememek düşünülemez" dedi.
"Tüm sanat dallarında söyleyecek sözümüz var, ama bunları söyleyecek kimsemiz yok"
Tuncer, İslam tarihindeki mimari ve sanata dikkat çekti ve şunları söyledi:
"İslam tarihine bakın. Mimari, müzik, Kur'an tilaveti, hat sanatı, hüsnühat gibi her alanda, şeriatın çizdiği sınırlar içinde güzelliği anlatmak. Ama bu sınırlar içinde yapabilmek. Bu özelliğimiz var. Pek çok alanda büyük sanatçılarımız çıktı, var oldular. Süleymaniye Camii'ni herkes hatırlar, Kanuni Sultan Süleyman Han'ı tanır, bir kahraman olarak anar. Ama Süleymaniye'yi inşa eden Sinan'ın ufkunu pek çok kişi fark etmez. İçeri girer, dolaşır gibi gezeriz. Oysa mermerde 'Allah' diyerek atan bir nabza rastlarsınız. Ahmet Hamdi'nin 'Cedlerimiz inşa etmiyordu, ibadet ediyordu' dediği tam olarak budur. Bir mabet yapsalar da, köprüleri yapsalar da, orada Allah'ın rızasından hareketle yapılan bir iş ve oraya güzeli, güzelce yerleştirme. Kanuni fetih etti, Sinan mabedi inşa etti, ama Karahisari'nin güzel hat levhalarını nereye koyacaksınız? Oradaki her sütunun, her köşenin, her kubbenin, hatta Sinan'ın mezarını bir tablonun imzası gibi yapının bir köşesine iliştirmesini nereye koyacaksınız? A'dan Z'ye her konuda söyleyecek bir sözümüz var, ama sanat dediğimizde şiir, resim, sinema, tiyatro, diğer tüm sanat dalları da olsa, söyleyecek bir sözümüz var ama bunları söyleyecek kimsemiz yok ortada. Tabii ki istisnalar vardır. Sayılarının artmasını da Allah'tan niyaz ederiz."
"Bugün ya kurutulmuş bir taklidi yapıyoruz ya da geçmişi reddederek, İslam medeniyetinin Osmanlı yorumuna sırt çevirdik"
Tuncer, "Bugün ya kurutulmuş bir takliti yapıyoruz ya da geçmişi tamamen reddedip, İslam medeniyetinin Osmanlı yorumuna, bizim tasavvurumuza sırt çevirdik, reddettik, köksüz bir şekilde Batı'nın kurutulmuş bir taklidi haline geldik" dedi ve ikisi arasında bir dilin her alanda tutturulması gerektiğini söyledi.
"Bugün hepimizin kabul edebildiği bir anlaşma yok"
Osmanlı sanatının her şeyin bize ait olduğunu vurgulayan Tuncer, "Osmanlı sanatını ortaya koyduğumuzda, gök kubbe bizimdir. Bu çok önemlidir. Yani biz, o sanatları layıkıyla yapabildiğimizde sahip olduğumuz iki özellik var. Bunlardan biri anlaşmamız var. Yani toplumdaki iyi ve kötü insanlar aynı değerler sistemine gönül vermiş ve kabul etmiş. Diğeri tutarlılığımız var. Yani medrese bir söz söylüyor, tekke bu sözü reddetmiyor, sarayda bu söz yankı buluyor, çarşıda bu sözün etkilerini görüyorsunuz ve aile bu sözle harmanlanıyor. Yani hayatta bir tutarlılık var. Ama bugün durum böyle mi? Evde bir şey söylüyoruz, okul başka bir şey söylüyor, mahkeme başka bir şey söylüyor, devlet başka bir şey söylüyor, çarşı başka bir şey söylüyor ve hepsi batıdan ithal olanlar. Dolayısıyla bugün bir çelişki var. Bugün hepimizin kabul edebildiği bir anlaşma yok. Bu anlaşmayı, bugünkü neslin anlaması için anayasa metni olarak ifade ediyorum. Ne yazık ki 20 yıldır bir anayasa metni ortaya koyamıyoruz. Her şeyin yerli olduğu, gök kubbenin bize ait olduğu, kelimelerin bizden türediği, kavramların bizden oluştuğu, bunların hayata yansıdığı tutarlı ve anlaşmalı bir toplumun, sanat alanında ortaya koyduğu eserlerin büyüleyici, incelikli ve özgün olacağını söyleyebiliriz" dedi.
"Sanatın bir ihtiyaç olduğunu fark etmeliyiz"
Tuncer, öncelikle sanatın bir ihtiyaç olduğunu fark etmemiz gerektiğini vurguladı ve sözlerine şöyle devam etti:
"Eğer bugün körü körüne taklit yaparsak, Tanzimat'tan bu yana geçen 2,5 asır boyunca yaşanan zorbalık, travma ve dövülmelerin izlerini sanata yansıtamamış olacağız. Dolayısıyla gerçek bir şey üretememiş olacağız. O günlerde olan bir durumdu. Ancak o günü tamamen reddedip, batıdan ithal bir şey söylemeye başladığımızda, bu toprakların çocuklarına sözümüzü dinletebilme imkanımız kalmayacak. Ne yapacağız? Oradan ilham alacağız, ancak son 250 yıldır yaşanan eziklik, travma ve dayaktan aldığımız ilham oraya yansıyacak ve bugün için bir söz söyleyeceğiz. Ruhu oradan alacağız, şekil ise bugünün şekli olacak. Bu kolay bir şey mi? Kesinlikle kolay değil. Zaten başaramıyor oluşumuz da bu zorluğun en büyük kanıtlarından biridir. Elbette bazı belirtiler görülebilir. Nasıl olacak? İhtiyacı fark etmemiz gerekiyor. Bu toprakların ruh köküne aidiyet hisseden insanlar olarak, kültür ve sanatın ne kadar değerli olduğunun farkında olmalıyız. Ancak biz farkında değiliz. Bir şeyi önce fark edersiniz, ihtiyaç olduğunu görürsünüz, sonra o ihtiyacı karşılamak için çaba sarf edersiniz, bir talep oluşur, bu talep bir teklife yol açar."
"Bugünün ruh hamurunda geçmiş şahsiyetlerin izleri var"
Tuncer, bugün medya, akademi, bürokrasi, siyaset gibi alanlarda bulunan birçok insanın ruhunda geçmiş şahsiyetlerin izlerinin olduğunu belirtti.
"Bugün medya, akademi, bürokrasi, siyaset gibi alanlarda bulunan birçok insanın ruhunda, Necip Fazıl'ın, Sezai Karakoç'un, Cemil Meriç'in, Nuri Pakdil'in izlerini görürsünüz. Bu insanlar, tek parti dönemi gibi zorlu koşullarda doğup büyümüş, okumuş, yetişmiş ve Müslüman olarak kendilerini var etme çabasına düşmüşlerdir. Bu varlığı nasıl sağlayabileceğimizi düşünürken, okuyarak, düşünerek, bilgi sahibi olarak, kendimizi geliştirerek bu durumu fark ettiler. Ancak bugün Müslümanlar, son dönemlerdeki rahatlıkla birlikte kapitalizmle tanıştılar. Parayla tanıştık. Daha iyi arabalar, daha güzel evler, daha güzel giysiler, yazlıklar... Bunlar yanlış mı? Elbette hayır. Ancak tahminimce bir noktaya geleceğiz ve bunların yeterli olmadığını göreceğiz. Var olabilmek için bunların yeterli olmadığını göreceğiz. Başka bir şeyin derdine düşeceğiz. Peki, bu nedir? Geçmişi sormaya başlayacağız" dedi.
"İnsan zehirlendiği yerden panzehrini alır"
Son olarak Tuncer, insanın zehirlendiği yerden panzehrini aldığını ifade ederek, "Sinema yoluyla zehirlenen çocuğa, tekke eliyle şifa veremezsiniz. Onun şifasını da sinemadan almanız gerekiyor. Tiyatro yoluyla zehirlenen zihne de başka bir şey veremezsiniz iyileşmesi için, onu da tiyatrodan almanız gerekiyor. Sosyal medya yoluyla yıpratılan ruhlara da şifa verebileceğiniz kaynaklardan biri kesinlikle sosyal medya olmak zorunda. Bugün siz çocuklarınızı elinizde tutabilmek için buradan, oradan, şuradan anlatmaya çalışıyorsunuz, ancak çocuğunuzun yanındaki baba yarım saat kalabiliyor, anne belki bir saat mutfakta kalabiliyor. Ancak cep telefonu çocuğun 24 saat yanında oluyor. O yüzden, oradan zehirlenen birini, anne babanın çabalarıyla kurtaramazsınız. Sosyal medyada var olmanız gerekiyor. En iyi YouTube'u siz yapmalısınız, en güzel Instagram alternatifini siz ortaya koymalısınız. Bu nereye kadar? Şu anda idare edebileceğimiz bir şey. Instagram'da Müslümanca bir şey yapmak değil, YouTube'de Müslümanca bir şey yapmak değil, geleceğimiz için YouTube'a alternatif kendi YouTube'umuzu, Instagram'a alternatif kendi Instagram'ımızı veya bu türden bir dünyanın da var olabileceğini göstereceğiz" dedi.